24 Mart 2010 Çarşamba

TÜRKİYE'DE NÜFUS









Ülkemizdeki nüfusun sayısı ve nüfusla ilgili veriler yapılan nüfus sayımları ile elde edilir. Bu sayımlar sonucunda, toplam nüfus, nüfusun yaş gruplarına ve cinsiyete göre dağılımı, okur yazar oranı, eğitilmiş nüfus durumu, işsiz sayısı, çalışan nüfusun iş kollarına göre dağılımı, köy ve kent nüfus sayıları belirlenir.



Türkiye’de ilk düzenli nüfus sayımı 1927’de, ikinci nüfus sayımı ise 1935’te yapılmıştır. Daha sonra 5 ve 0 ile biten yıllarda nüfus sayımı yinelenmiştir. En son nüfus sayımı 1990’da yapılmış ve daha sonraki sayımların 10 yılda bir yapılması kararlaştırılmıştır.



TÜRKİYE'DE NÜFUS SAYIMLARI VE SONUÇLARI

Nüfusla ilgili bilgiler, genellikle nüfus sayımı sonuçlarından elde edilir. Bu sayımlarla nüfusun sayısı, meslek grupları, yaş durumu, eğitim, ailedeki nüfus sayısı, kadın - erkek nüfusu, nüfus artış hızı gibi bilgiler elde edilebilir.



Türkiye'de ilk nüfus sayımı 1927 yılında, en son nüfus sayımı ise, 1997 yılında yapılmıştır.

Yukarıdaki tablo ve grafiklerden çıkarabileceğimiz sonuçlar şunlardır:

• 1927 - 1997 yılları arasında nüfus miktarı ve nüfus yoğunluğu devamlı artmıştır. Bu artış yaklaşık 5 kat olmuştur.

• Nüfus artış hızı 1940 lı yıllarda oldukça azalmıştır. Bu azalmada, İkinci Dünya Savaşı tehlikesi, asker nüfusunun artması, sağlık sorunlarının artması gibi sebepler etkili olmuştur. 1997 yılındaki son sayımda ikinci önemli düşüş görülmüştür. Bu azalmada da, halkın eğitim seviyesinin yükselmesi, kent nüfusunun artması ve halkın bilinçlenmesi gibi faktörlerin etkili olduğu söylenebilir.

• En fazla nüfus artış hızı 1955 - 1960 yılları arasında olmuştur.

Türkiye'de Nüfus Yoğunluğu

1997 yılı nüfus verilerine göre, toplam nüfusun bölgelere dağılımı
1. Marmara 15.936.000
2. iç Anadolu 10.525.000
3. Ege 8.325.000 *
4. Karadeniz 8.284.000
5. Akdeniz 8.109.000 ,
6. D.Anadolu 5.945.000

Nüfus Yoğunluğunun Bölgelere Dağılımı

1. Marmara 236
2. G. Doğu Anadolu 96
3. Ege 89
4. Akdeniz 66
5. iç Anadolu 64
6. Karadeniz 58
7. D.Anadolu 36

Tarımsal Nüfus Yoğunluğu

Bir ülkede veya herhangi bir sahada, tarım ve hayvancılıkla geçinen nüfusun, tarımsal alana bölünmesiyle elde edilen nüfus yoğunluğuna tarımsal nüfus yoğunluğu denir. Bu yöntem, aritmetik nüfus yoğunluğuna göre, daha gerçekçidir. ...

1950'den 1990 yılına gelinceye kadar tarımsal nüfus yoğunluğunda 18 kişilik bir azalma gerçekleşmiştir. Bunda, tarım alanlarının 15.9 milyon nektardan, 28.7 milyon hektara çıkmasının ve kırsal kesimden kentlere göçün artmasının etkisi olmuştur. 1950'de 5.2 milyon olan kent nüfusu, 1990'da 31.5 milyona çıkarken, kırsal kesimde bu kadar büyük artış olmamıştır.

Türkiye'de tarımsal nüfus yoğunluğu bölge ve iller arasında farklılık gösterir. Bunda yerşekillerinin dağlık ve ovalık olmasıyla, tarımda çalışan nüfusun miktarı etkili olmaktadır.





Genel olarak, tarımsal nüfus yoğunluğu, dağlık alanlarımızda fazla, geniş tarımsal ovalarımızda ise düşüktür.

Bazı ülkelerin ise aritmetik yoğunlukları şu şekildedir:

Çin'in nüfusu Japonya'dan fazla olduğu halde, yüzölçümü de geniş olduğundan nüfus yoğunluğu daha az olmuştur.

Rize, Artvin ve Hakkari gibi kır nüfusunun fazla, buna karşılık tarım topraklarının az olduğu sahalarda, tarımsal nüfus yoğunluğu artmaktadır. Konya, Şanlıurfa ve Edirne gibi geniş tarım alanlarının bulunduğu illerde ise tarımsal nüfus yoğunluğu azalmaktadır.

Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgeleri dağlık olduğundan tarımsal nüfus yoğunluğu artarken, İç Anadolu'da ovalık alanlar fazla olduğundan tarımsal nüfus yoğunluğu azalmaktadır.

Fizyolojik Nüfus Yoğunluğu

Toplam nüfusun, ekili - dikili alanlara bölünmesiyle ortaya çıkan yoğunluğa fizyolojik nüfus yoğunluğu denilmektedir,

Nüfusun Cinsiyet Durumu

1945 yılındaki sayıma kadar, ülkemizde kadın nüfusunun erkek nüfustan daha fazla olduğunu görüyoruz. Bu durumda, Kurtuluş Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı tehlikesi etkili olmuştur. Fakat, 1945'ten sonra erkek nüfusu kadın nüfusunu geçmiştir. Şu anda erkek nüfus % 1,2 oranında fazlalık gösterir.

Türkiye'de dışarıdan göç alan İstanbul, Ankara, İzmir gibi merkezlerde erkek nüfus fazla iken, dışarıya göç veren Trabzon, Tokat, Yozgat gibi merkezlerde kadın nüfusu daha fazladır.

Aktif Nüfus

Aktif nüfus, çalışan nüfus veya faal nüfus olarak da adlandırılır.



15-64 yaş arasındaki nüfusa çalışma çağındaki nüfus denilmektedir. Bu nüfusun hepsi bir işte çalışmaktadır. Çalışabilecek yaştaki nüfus içinde, çalışan nüfus oranı ne kadar çoksa, işsizlik oranı o kadar azdır. Genellikle, sanayileşmiş ve buna bağlı olarak gelişmiş ülkelerde işsizlik az iken, az gelişmiş ülkelerde işsizlik fazladır.

Türkiye'de nüfusun % 40'ını çocuk, genç ve yaşlı nüfusu oluşturduğundan, aktif nüfus oranı gelişmiş ülkelere göre daha az ve işsizlik oranı daha fazladır.

Çalışan nüfusun ekonomik faaliyet kollarına göre dağılımı

Ekonomik faaliyetler üç büyük gruba ayrılır. Bunlar:
• Tarım (Tarım, hayvancılık, ormancılık, vs.)
• Sanayi (Endüstri, madencilik, vs.)
• Hizmet (İnşaat, ticaret, turizm, vs.) sektörleridir.

Az gelişmiş ülkelerde, toplam çalışan nüfusun % 90'a yakını tarımsal nüfus özelliği taşır. Gelişmiş ülkelerde ise tarımsal nüfus % 10 civarındadır. Diğer nüfus, hizmet ve sanayi sektöründe çalışmaktadır.

Tabloya göre, gelişmiş ülkelerde, hizmet ve sanayi söktöründe çalışanların oranı, tarımdan oldukça fazladır. Gelişmekte olan ülkelerde, sanayi ve hizmet sektöründe çalışan nüfus, gelişmiş ülkelere göre daha azdır.

Aşağıdaki tabloya baktığımızda, Türkiye'de 1927 yılında nüfusun %90'ı tarım, %10'u sanayi ve hizmet sektöründe çalışmıştır. 1950 - 1960 lı yıllarda tarım sektöründeki nüfus azalmaya başlamıştır. Özellikle 1980 li yıllardan sonra, sanayileşme hızının artmasıyla tarım sektöründeki nüfus % 50'nin altına düşmüştür.

Çalışan nüfusun içindeki tarımsal nüfus oranı azalırken, nüfusun miktarı artmıştır. Çünkü, 1927 de 13 milyon olan nüfus, 1997 de 62 milyonu geçmiştir. Bu durum gözardı edilmektedir.

Türkiye'de çalışan nüfusun yaş ortalaması düşüktür. Çalışan nüfusun bölgelere göre dağılımı incelendiğinde dengesizlik görülür.

Sanayi ve hizmet sektöründeki nüfusun büyük bölümü, Marmara Bölgesi'ndeki Çatalca - Kocaeli ve Güney Marmara bölümlerinde yoğunlaşmıştır.

İzmir, Ankara, Eskişehir, Adana, Mersin, Zonguldak, Ereğli, Karabük, Gaziantep, Kayseri, Denizli, Konya gibi illerde sanayi nüfusu yoğundur.





Nüfusun Eğitim Durumu

6 yaşını bitiren nüfusa, tüm Dünya'da eğitim verilmeye çalışılır. Eğitim okur - yazarlık, ilköğretim, lise ve üniversite olmak üzere sınıflandırılabilir.



Türkiye'de yıllara göre okur - yazarlık oranı şu şekildedir:

Türkiye'de ilköğretimde okuyanların sayısı 10 milyon civarında iken, liselerde ise yaklaşık 2 milyon öğrenci eğitim görmektedir.

1990 yılına göre, faal nüfusun % 55'e yakını ilkokul mezunları, % 7,4'e yakınını okur - yazar, % 5'e yakınını ortaokul ve lise mezunları, % 4'ünü de üniversite mezunları oluşturmaktadır.

Nüfusun Kırsal - Kentsel Durumu

Türkiye'de nüfusu 10.000'den az olan yerleşmelere kır nüfusu, fazla olan yerleşmelere de kent nüfusu denilmektedir.

Ülkemizde, 1927 -1997 yılları arasında kır ve kent nüfusunda büyük değişmeler olmuştur.

ülkemizde ulaşım yollarının ve sanayi faaliyetlerinin gelişmeye başlaması bunun yanında kırsal nüfusun artmasıyla birlikte kente doğru bir göç olayı başlamıştır.

Kırsal kesimden kente göç olayı, en fazla, 1980 -1985 yılları arasında meydana gelmiş ve 1985 li yıllarda kır ve kent nüfusu az çok dengelenmiştir. En son yapılan 1997 yılındaki sayımda kent nüfusu % 65'e ulaşmıştır. Bu sonuç, ülkemizde sanayi ve hizmet sektöründe çalışan nüfusun arttığını göstermektedir. Aşağıdaki grafikler, Türkiye'nin kentsel ve kırsal nüfus değişimlerini daha iyi ifade etmektedir. Dikkatle inceleyiniz.

Az gelişmiş ülkelerle, gelişmiş ülkelerin nüfus özelliklerinin karşılaştırılması

Az gelişmiş ülkelerde;

• Doğum oranı ve nüfus artış hızı yüksektir.
• Genç nüfusun oranı fazla, yaşlı nüfus oranı
• Nüfus grafiği geniş tabanlı üçgene benzer. Ortalama yaşam süresi azdır.
• Çalışan nüfusun yaş ortalaması düşük, bağımlı nüfus oranı fazladır.
• Tarım sektöründe çalışan nüfus fazla, hizmet ve sanayi sektöründe çalışan nüfus azdır.
• Nüfusun eğitim seviyesi düşüktür.
• Nüfusun yarısından çoğu, kırsal kesimde yaşamaktadır.

Gelişmiş ülkelerde;

• Doğum oranı ve nüfus artış hızı düşüktür.
• Ortalama yaşam süresi fazladır.
• Genç nüfus oranı az, orta ve yaşlı nüfus fazladır.
• Nüfus grafiği, tabanı dar, orta kesimi şişkin bir üçgene benzer.
• Çalışan nüfusun yaş ortalaması yüksek ve bağımlı nüfus oranı azdır.
• Hizmet ve sanayi sektöründeki çalışan nüfus, tarım sektöründe çalışan nüfustan daha fazladır.
• Nüfusun eğitim seviyesi yüksektir.
• Nüfusun yarısından çoğu, kentte yaşamaktadır.


TÜRKİYE'DE NÜFUSUN DAĞILIŞI

Türkiye'de, 1997 nüfus sayımına göre, km2 ye düşen ortalama nüfus yoğunluğu 81 kişidir. Ancak, ülkemizdeki coğrafi bölgeler, bölümler ve yöreler arasında nüfus miktarı ve yoğunluğu yönünden önemli farklar bulunmaktadır.
                                          

            
Türkiye'de nüfusun farklı dağılışında etkili olan faktörler şunlardır:

1. Fiziki Faktörler

a. İklim özellikleri: Ülkemizde nüfusun yoğun olduğu yerlerin, genelde kıyı bölgeler olmasında ılıman iklimin büyük etkisi vardır. Kurak ve kışları aşırı soğuk geçen yerlerde nüfus fazla yoğun değildir.

b. Yerşekilleri: Ülkemizde yüksek ve engebeli yerlerde nüfus azdır. Doğu Anadolu Bölgesi, Taşeli platosu, Menteşe yöresi gibi yerler bunlara örnek verilebilir.

c. Toprak özellikleri: Verimli toprakların bulunduğu alanlar (Çukurova, Gediz, B. Menderes) nüfusça kalabalık iken, Tuz Gölü çevresi gibi yerlerde verimsiz topraklar bulunduğundan nüfus çok azdır.


2. Beşeri Faktörler
                                                                      
a. Sanayileşme: Bütün Dünya'da olduğu gibi Türkiye'de de, sanayileşmenin arttığı yerlerde nüfus yoğunluğu artmıştır. İstanbul, İzmit, Adapazarı, Bursa, Adana ve İzmir buna örnektir.

b. Tarım: Tarımın geliştiği yerler yoğun nüfusludur. Çukurova, Gediz, Bafra ve Çarşamba ovaları çevresi gibi.

c. Yeraltı kaynakları: Madenlerin veya enerji kaynaklarının işletilmesinde yoğun nüfusa ihtiyaç olduğundan, bu alanlarda da nüfus fazladır. Zonguldak, Soma, Elbistan buna örnektir.

d. Turizm: Ülkemizde, Ege ve Akdeniz kıyılarındaki merkezlerde turizmden dolayı nüfus yoğunlaşmıştır.

e. Ulaşım: Ulaşım yolları kavşağında bulunan illerimizin nüfusu artmıştır. Eskişehir, Ankara, Kayseri, İstanbul gibi illerin gelişmesinde, ulaşım yolları üzerinde bulunmaları da etkili olmuştur.

Bir ülkenin nüfus dağılımında fiziki faktörler daha etkiliyse, o ülke sanayileşmemiştir ve daha çok ta-nm ve hayvancılıkla geçimini temin etmektedir.

Nüfus dağılımında beşeri ve ekonomik faktörler daha çok etkiliyse, o ülke sanayileşmiş ve gelişmiş ülke demektir.

Türkiye Nüfus Dağılım Haritası da;

En kalabalık yerlerin; Trabzon, Samsun, Zonguldak, istanbul, İzmit, Adapazarı, Bursa, İzmir, Aydın, Adana, İçel, Hatay, Ankara ve Gaziantep olduğu görülür.

En seyrek nüfuslu yerlerin; Sinop, Kastamonu, Artvin, Gümüşhane, Kırklareli, Çanakkale, Muğla, Kütahya, Burdur, Sivas, ve Doğu Anadolu'da Elazığ, Malatya dışındaki iller olduğu görülür.


23 Mart 2010 Salı

TÜRKİYE'DE GÖÇLER










İnsanların, doğdukları yerden başka yerlere geçici ya da sürekli olmak üzere taşınmasına göç denir. Göçler ikiye ayrılır.
      

                                     
A. İÇGÖÇLER

Ülke içerisinde, nüfusun yer değiştirmesine iç göç denir. İç göçlerle bir ülkenin toplam nüfusunda değişme olmaz. Sadece, bölgelerin ve illerin nüfusunda artma ya da azalma meydana gelir.

İç göçler, sürekli ve mevsimlik göçler olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Sürekli İç Göçler

Ülke içerisinde yer değiştiren insanların, göç ettikleri yerlere yerleşmesiyle gerçekleşir.

Türkiye'de, Cumhuriyetin başlangıcından günümüze kadar, özellikle kırsal alanlardan kentlere doğru hızlı bir göç olayı görülmektedir.

1927'de kent nüfusu % 24, kır nüfusu % 76 iken 1997'de bu oran kentte % 65, kırda % 35 olarak gerçekleşmiştir. Yani, 70 yılda kent nüfusu % 40 oranında artarken, kır nüfusu aynı oranda azalmıştır. Kır nüfusunun doğurganlık oranı kent nüfusundan daha fazla olduğu halde, oran olarak azalması kırdan kentlere doğru göç olgusunun varlığını gösterir.

Türkiye'de iç göçler 1950 yılma kadar fazla etkili olmamış ve kır - kent nüfus oranlarında önemli bir değişiklik olmamıştır. İç göçler 1950'den itibaren, ulaşım ağının gelişmesi ve kırsal alanlara kadar ulaşmasına, sanayileşmenin artmasına bağlı olarak artış göstermiştir. Bunun sonucunda, kırsal nüfus oran olarak devamlı azalma, kent nüfusu da devamlı artma göstermiştir.

İç göçün nedenleri
• Kırsal alanlardaki hızlı nüfus artışı
• Miras yoluyla tarım alanlarının daralması ve ailelerin geçimini karşılamaması
• Tarım alanlarının yetersiz gelmesi ve erozyonun artmasıyla toprağın verimsiz hale gelmesi
• Tarımda makineleşmenin artması ve buna bağlı olarak tarımsal işgücünün azalması
• Kırsal kesimde iş imkanlarının sınırlı olması
• Ekonomik istikrarsızlık ve sosyal problemler
• Eğitim ve sağlık hizmetlerinin yetersizliği
• iklim ve yerşekıllerının olumsuz etkileri
• Kentlerde sanayinin gelişmiş olmasından dolayı iş imkanlarının fazlalığı
• Kentlerde eğitim ve sağlık hizmetlerinin yaygınlığı

                                                        
Türkiye'de iç göç, kırsal kesimde nüfusun artması ve kentlerde sanayileşmeye bağlı olarak, iş bulma imkanlarının gelişmesiyle artış göstermistir. Dolayısıyla iç göçteki en büyük etken ekonomik sıkıntılardır.

Ülkemizde yüksek oranda göç veren filerin başlıcaları şunlardır:

• D. Anadolu'da, Kars, Tunceli, Bitlis, Ağrı, Muş, Bingöl, Sımak
• G. D. Anadolu'da, Adıyaman, Mardin
• Karadeniz'de, Zonguldak, Ereğli, Samsun çevresi dışındaki iller
• İç Anadolu'da, Sivas, Yozgat, Çankırı, Kırşehir, Niğde, Nevşehir
• Ege'de, Afyon, Uşak, Kütahya
• Akdeniz'de, Burdur, İsparta, K. Maraş
• Marmara'da, Çanakkale, Kırklareli, Edime, Bilecik

İç göç, özellikle Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgelerindeki illerde daha fazla olmaktadır.

Yüksek oranda göç alan şehirlerin başlıcaları şunlardır:

İstanbul, Ankara, izmir, Adana, Bursa, Ş. Urfa, Antalya, Mersin, Konya, Samsun, Gaziantep, Diyarbakır gibi illerdir. İç göç, ülkemizde özellikle sanayileşmiş merkezlere daha fazla olmaktadır.

İç göçlerin sonuçları
                                                            
• Ülke genelinde nüfusun dağılışında dengesizlik görülür.
• Yatırımlar dengesiz dağılır.
• Kırsal kesim yatırımlarında verimsizlik meydana gelir.
• Düzensiz kentleşme görülür. '
• Sanayi tesisleri kent içinde kalır. Kentlerde konut sıkıntısı çekilir. Kent nüfusunda aşırı artış meydana gelir.
• Alt yapı hizmetlerinde (yol, su, elektrik) yetersizlik görülür.
• Kentlerde işsiz insanların oranı artar.
                                                                
İç göçü önlemek için,
• Tarımda sulama imkânlarını arttırmak,
• Intansif tarım metodunu geliştirmek,
• Besi ve ahır hayvancılığını geliştirmek ve yaygınlaştırmak,
• Kırsal kesimde eğitim ve sağlık hizmetlerini yaygınlaştırmak,
• Tarım ve hayvancılığa bağlı sanayi kollarını kırsal alanlara yönlendirmek,
• Kırsal kesimde küçük sanayi kollarını geliştirmek, vb. gereklidir.

2. Mevsimlik İç Göçler

Kırsal kesimdeki bazı ailelerin büyük şehirlere, tarımın yoğun olarak yapıldığı yerlere, yaz turizminin geliştiği yerlere bir müddet çalışmak üzere göç etmeleri ile gerçekleşir.

Yaylaya çıkma olayı da mevsimlik göçler içerisinde yer alır. Mevsimlik göçlerle Adana, Mersin, Hatay, Aydın, Muğla, Antalya gibi merkezlerde, yaz ile kış mevsimleri arasındaki nüfus miktarlarında önemli değişmeler olmaktadır.

• Kırsal kesimden göç edenlerin özellikleri
• Genellikle genç nüfus göç etmektedir.
• Erkek nüfus, kadından daha fazla göç etmektedir.
• | Göç edenlerin çoğu sanayi ve hizmet sektöründe çalışmaktadır.• Göç sonucunda kentlerde hızlı nüfus artışı meydana gelmiştir.
• Sanayileşme göçü arttırmaktadır.
• Kentleşme hızı sanayileşme hızından daha yüksektir.
• Bölgelerin toplam nüfusu ve nüfus yoğunluğu göçlerle hızla değişmektedir.

Türkiye'de Dış Göçler

Bir ülkeden diğer bir ülkeye yapılan göçlere dış göç denir. Dış göçlerin başlıca nedenleri:

• Ekonomik nedenlerle çalışmaya gidilmesi
• Tabii afetler
• Savaşlar
• Etnik nedenler
• Sınırların değişmesi
• Uluslararası anlaşmalarla sağlanan nüfus değişimi

Dış göçlerin sonuçları

• Göç eden ülkede nüfus artar, göç veren ülkede ise azalır.
• Ülkeler arasında ekonomik ilişkiler gelişir.
• Ülkeler arası kültürel ilişkiler gelişir.
Dış göçler ve Türkiye

Ülkemize 1923 - 1989 yılları arasında çoğu Balkan ülkelerinden olmak üzere 2,2 milyon göç olmuştur. Bu sayı nüfusumuzun % 5'ini oluşturur.

1950'den sonra, başta Almanya olmak üzere yurt dışına işçi gitmeye başlamıştır. Bugün Fransa, Belçika, Hollanda, İngiltere, İsveç, ABD, Avustralya, Libya, S. Arabistan, Kuveyt ve Orta Asya ülkelerinde işçilerimiz bulunmaktadır. Yurt dışındaki nüfusumuz 4 milyonu geçmiştir.

Türkiye'den yurt dışına göç sonucunda;

• Ülkemize giren işçi dövizi artmıştır.
• Ülke turizminin gelişmesini sağlamıştır.
• Türk ticaretinin yaklaşık % 20 sine kaynak oluşturmuştur.
• Artan nüfusun işsizlik sorununa kısmen çözüm bulunmuştur.


KAYAÇLAR








Kayaçlar su, gaz ve organik varlıkların dışında yerkabuğunu meydana getiren unsurlardır. Yol yarmaları, maden ocakları ve taş ocakları gibi yerlerle, toprak veya enkaz örtüsünden yoksun topografya yüzeylerinde mostralarına rastladığımız kayaçlar, yer şekillerinin oluşum ve gelişimlerinde rol oynayan önemli etmenlerden biridir. Onların fiziksel ve kimyasal özelliklerindeki farklılıklar yer şekillerinin de farklı olmalarına sebep olur. Çünkü bu özellikler, kayaçların, aşındırma etmen ve süreçlerine karşı dayanıklı veya dayanıksız olmalarını tayin eder. Örneğin kalker ve jips gibi eriyebilen kayaçların bulunduğu sahalarda lapya, dolin, uvala gibi özel yer şekilleri oluşmaktadır. Genel olarak, tektonik hareketlerle ters durumlar meydana gelmemişse, aşınmaya karşı dayanıklı kayaçlar yüksek yer şekillerini, kolay aşınan ve parçalanan kayaçlar ise alçak yer şekillerini meydana getirirler. Granitlerden müteşekkil sahalarda granit topografyası adı verilen özel bir topografya tipi oluşur. Benzer şekillere siyenit, diorit, andezit, bazalt ve gnays gibi heterojen kayaçlar üzerinde de rastlanır.

Kayaçlar kökenlerine göre üç ana grup altında toplanırlar:
1. Magmatik kayaçlar
2. Tortul kayaçlar
3. Metamorfik kayaçlar

                                                                         
1) Püskürük Taşlar (Mağmatik):
                                                               
a)İç püskürük taşlar : Yer kabuğu altındaki mantonun yer kabuğunun çatlak ve kırık kısımlarından tıkanarak soğumasıyla oluşan taşlardır. (Granit)

b)Dış püskürük taşlar : Yer kabuğu altındaki mantonun yer kabuğunun çatlak ve kırık kısmından yeryüzüne çıkması ve soğuması ile oluşur. (Bazalt ve andezit)

2) Tortul taşlar : Diğer yüzüne dış güçler tarafından getirilen maddelerin tortulanmasıyla (Üst üste birikmesiyle) oluşur. İçerisinde yer yer fosiller bulunur.

a) Mekanik tortullar : Dış güçlerin etkisiyle getirilen çakıl, kum, kil gibi malzemelerin yeryüzünün çukur yerlerine birikmesiyle oluşur. (Kum taşı, kıl taşı)
                                                        
b) Kimyasal tortullar : Suda erimiş halde bulunan minerallerin suyun geçtiği yere çökelmesi veya tortulanması ile oluşurlar. (Kireç taşı, alçı taşı)

c) Organik tortular : Hayvan, bitki gibi canlı kalıntılarının üst üste birikip katılaşması ile oluşan taşlardır. (Tebeşir)

3) Başkalaşmış(Metamorfik) taşlar : Tortul ve püskürük taşları yüksek sıcaklık ve basınç altında kalarak değişikliğe uğraması ile oluşur. (Mermer oluşumu)


LEVHALAR VE LEVHA TEKTONİĞİ









Levhalar


                                                          
Başlangıçta tüm kıtaların Pangea adında tek bir kıta olduğu, sonradan parçalanıp dağılarak zamanla günümüzdeki yerlerine ulaştığı görüşüne dayanan kıtaların kayması kuramını aslında 1912'de bir meteorolog olan Alman bilim adamı Alfred Wegener ortaya attı. Dünya'nın yüzeyi kesintisiz gibi görünüyorsa da, gerçekte dev boyuttaki bir yap-boz gibi birbirine geçen parçalardan oluşmaktadır. Levha adı verilen bu parçalar, çok yavaş olarak sürekli biçimde birbirlerine göre hareket ederler. Bir levha, yanlızca okyanusal ya da kıtasal litosferden oluşabildiği gibi her iki litosfer türünü de içerebilir. Levhalar, levha sınırı ya da levha kenarı ile sonlanır. Depremlerin ve yanardağların çoğu bu bölgelerde görülür. Pangea verilen tek kıta parçasını çevreleyen denize Panthalassa denmekteydi. Zaman içerisinde katmanlar hareket ettikçe Pangaea ikiye ayrıldı. Kuzeyde Laurasia ve güneyde Gondwanaland oluştu. Bu iki kıta Tethys (Tetis) denizi ile ikiye ayrıldı. Katmanların hareketi ile kıtalar iyice ayrılarak bugünkü halini aldı.



Peki bu levhalar nasıl oluşmaktadır ve nasıl hareket etmektedir? Bu sorunun cevabını da "Levha Tektoniği (Plaka Tektoniği)" vermektedir. Levha tektoniği kuramını belgeleyen kanıtlar artık inandırıcı bir düzeye ulaştığından levhaların hareketi kavramı bugün benimsenmiştir. Bundan sonraki aşama söz konusu bu hareketlerin itici gücünü tespit etmek olacaktır. Bu gücün kökeniyse yerkürenin incelenmesi çok zor olan derin katmanlarında aramak gerekir. Levhaların yer değiştirmesinden üst mantoda oluşan konveksiyon akımlarının sorumlu olduğu, genel olarak kabul edilen bir fikirdir. Bu olay "Konveksiyon Akımları Kuramı" olarak ortaya atıldı. Konveksiyon akımları, radyoaktivite nedeni ile oluşan yüksek ısıya bağlanmaktadır ve şöyle işler: Sıcak maddeden daha soğuk ve yoğun olan madde aşağı doğru inerken, daha az yoğun olan sıcak madde yukarı çıkar. Karasal mantoda derin kısımlar sıcakken üst magma daha soğuktur. Sıcak madde sürekli yükselirken, soğuk madde aşağı iner. Yukarı-aşağı olan bu hareket sırasında madde hareket ederken yüzeydeki plakaları hareket ettirir. Okyanus yarıklarında konveksiyon, litosferi alt magmanın derinlerine iter. Plakanın diğer ucunda, yarığın olduğu bölümde konveksiyon, iç magmadan gelen sıcak ve daha hafif olan magmanın çıkışını sağlar. Bu hareketler sayesinde yerkürenin yüzeyi ile içi arasında bir dolaşım olur. Dolayısıyla konveksiyon akımları yukarılara yükseldikçe taşyuvarda gerilmelere ve daha sonra da zayıf zonların kırılmasıyla levhaların oluşmasına neden olmaktadır. Halen 10 kadar büyük levha ve çok sayıda küçük levhalar vardır. Bu levhalar üzerinde duran kıtalarla birlikte, Astenosfer üzerinde sal gibi yüzmekte olup, birbirlerine göre insanların hissedemeyeceği bir hızla (ortalama 1-15cm/yıl) hareket etmektedirler. Konveksiyon akımlarının yükseldiği yerlerde levhalar birbirlerinden uzaklaşmakta ve buradan çıkan sıcak magmada okyanus ortası sırtlarını oluşturmaktadır. Levhaların birbirlerine değdikleri bölgelerde sürtünmeler ve sıkışmalar olmakta, sürtünen levhalardan biri aşağıya Manto'ya batmakta ve eriyerek yitme zonlarını oluşturmaktadır. Konveksiyon akımlarının neden olduğu bu ardışıklı olay taşkürenin altında devam edip gitmektedir. İşte yerkabuğunu oluşturan levhaların birbirine sürtündükleri, birbirlerini sıkıştırdıkları, birbirlerinin üstüne çıktıkları ya da altına girdikleri bu levhaların sınırları dünyada depremlerin oldukları yerler olarak karşımıza çıkmaktadır. Dünyada olan depremlerin hemen büyük çoğunluğu bu levhaların birbirlerini zorladıkları levha sınırlarında dar kuşaklar üzerinde oluşmaktadır.

Dünya üzerinde meydana gelen depremlerin oluş yerleri ile levha sınırları birbirine uyum göstermektedir.





Levha Tektoniği Kuramı'na göre depremlerin ve volkanik aktivitelerin meydana geldiği levha sınırları üç tipte bulunmaktadır.

a) Uzaklaşan (Ayrılan) Levha Sınırları Bunlar, genişleme gösteren levha sınırlarıdır. Levhalar bu sınırlarda birbirinden açılma gösterirler. Örneğin, Okyanus Ortası Sırtları böyledir. Buralarda Astenosferden yükselen magma araladıkları sınırları yeni malzeme ile doldurarak yeni litosfer üretmiş olurlar. Okyanus ortası sırtları boyunca arz yüzeyine çıkan erimiş manto malzemeleri soğuyarak katılaştıkları jeolojik zamanın arz manyetik alanının yön ve doğrultusunu saklarlar.

b) Yakınlaşan (Çarpışan) Levha Sınırları Bunlar birbirine yaklaşma, sıkışma gösteren levha sınırlarıdır. Bu sınırlar okyanuslarda ve kıtalar arasında farklı yaklaşım sergilerler. Okyanuslarda genelde daha yoğun, ağır ve ince olan litosfer tabakası kıtasal olan litosferin altına dalarak, astenosfer derinliklerinin sıcaklığı ile eriyerek yok olurlar. (dalma-batma zonları) Kıtalar arası yakınlaşma, aslında karşılıklı bir çarpışmadan ibarettir. Çarpışmanın olduğu bu sınırlarda deprem kuşağı ve dağ silsileleri meydana getirirler.

c) Yanal Yer Değiştirme (Transform Fay Sınırları) Okyanus sırtlarında birbirlerinden konveksiyon akımları ile ayrılan litosferin bir çeşit yırtılması söz konusudur ki, böyle yırtılma hallerinde düz bir doğrultu takip edilmeyip zayıf yerlerin tercih edeceğini hepimiz deneylerimizden biliriz. Okyanus sırtları zayıf yerlere sıçrama yaptığında birbirine yanal atımlı faylarla bağlanırlar. Bu fayların doğrultuları hemen hemen sırtlara diktirler, yani, dönüşüm yapmışlardır. Bu nedenle bu faylara transform faylar denir. Faylar yanal atım yapmışlardır.

Bu üç tip yapıda da görüldüğü gibi levhaların birbirine temas ettiği, birbirini ittiği veya diğerinin altına daldığı iki levha arasında, harekete engel olan bir sürtünme kuvveti vardır.



Bir levhanın hareket edebilmesi için bu sürtünme kuvvetinin giderilmesi gerekir. Bu kuvvetin aşılması ile çok kısa bir zaman biriminde gerçekleşen şok niteliğinde bir hareket oluşur. Yerkabuğu içindeki kırılmalar nedeniyle ani olarak ortaya çıkan titreşimler dalgalar halinde yayılarak geçtikleri ortamları ve yeryüzeyini sarsarlar. Sonunda çok uzaklara kadar yayılabilen deprem (sarsıntı) dalgaları ortaya çıkar. Bu dalgalar gözle görülmesi güç olan fakar enerjisi uzaklarda hissedilebilen elastik dalgalardır. Deprem dalgaları geçtiği ortamları sarsarak ve depremin oluş yönünden uzaklaştıkça enerjisi azalarak yayılır. Bilimadamları, bu olayı "Elastik Dalga Yayılımı Kuramı" ile açıklamaktadırlar. Bu kurama göre, herhangibir noktada, zamana bağımlı olarak, yavaş yavaş oluşan birim deformasyon birikiminin elastik olarak depoladığı enerji, kritik bir değere eriştiğinde, fay düzlemi boyunca var olan sürtünme kuvvetini yenerek, fay çizgisinin her iki tarafındaki kayaç bloklarının birbirine göreli hareketlerini oluşturmaktadır. Bu olay ani yer değiştirme hareketidir. Bu ani yer değiştirmeler ise bir noktada biriken birim deformasyon enerjisinin açığa çıkması, boşalması, diğer bir deyişle mekanik enerjiye dönüşmesi ile ve sonuç olarak yer katmanlarının kırılma ve yırtılma hareketi ile olmaktadır.

Aslında kayaların, önceden bir birim yerdeğiştirme birikimine uğramadan kırılmaları olanaksızdır. Bu birim yer değiştirme hareketlerini, hareketsiz görülen yerkabuğunda, üst mantoda oluşan konveksiyon akımları oluşturmakta, kayalar belirli bir deformasyona kadar dayanıklılık gösterebilmekte ve sonrada kırılmaktadır. İşte bu kırılmalar sonucu depremler oluşmaktadır. Bu olaydan sonra da kayalardan uzak zamandan beri birikmiş olan gerilmelerin ve enerjinin bir kısmı ya da tamamı giderilmiş olmaktadır.

Nasıl Sonuçlar Doğurur?

Levhaların bu milyonlarca yıldır suren hareketlerini fark etmemiz olası değil demiştik. Yerkurede bu hareketlilik nedeniyle oluşan değişimi yerbilimcilerin çalışmaları sayesinde görebiliyoruz. Ancak, yerinde duramayan magmanın ve yer değişitirmekten hoşlanan levhaların bu hareketliliği kimi doğa olaylarıyla da kendini belli edebiliyor.Yeni okyanuslar, yanardağlar, volkanik adalar, okyanus çukurları, sıradağlar ve depremler bu hareketlerin sonuçlarından.

Levhaların hareketleriyle yerkabuğunun kimi yerlerinde özellikle levha sınırlarında buyuk gerilme, sıkışma ya da bukulmeler görulur. Bu basınç, kabukta kırılmalara yol açar. Fay adı verilen bu kırıklar, depremlere neden olurlar.Depremler, kabukta oluşan gerilmenin zamanla birikerek, sonunda kaya kutlesinin zayıf bir noktasından kırılmasıyla yeni bir fay oluşumuna ya da var olan fayın kaymasına bağlı olarak meydana gelir. Birikmiş olan basınç ya da gerilme, bu kırılma ya da kaymayla bir anda boşalır ve buyuk bir enerji açığa çıkar. işte,bu enerjinin çevredeki kaya kutlelerinde oluşturduğu titreşim ve sarsıntı da depremi yaratır.Kırılmanın ya da kaymanın başladığı noktaya “depremin odağı”, odak noktasının tam ustune denk gelen yeryuzundeki noktayaysa “depremin merkezi” ya da “merkez ussu” deniyor. Kırılma ya da kayma, odaktan başlayarak fay duzlemi boyunca ilerler.Ulkemizde görulen depremler, Kuzey Anadolu Fayı (KAF) ve Doğu Anadolu Fayı (DAF) gibi iki buyuk fayın hareketi sonucu oluşuyor. Bu fay hareketlerinin doğurduğu bir başka sonuç da “tsunami”. Deprem, yanardağ patlaması ya da toprak kayması gibi yer hareketlerinin deniz tabanında meydana getirdiği alçalma ya da yukselme nedeniyle oluşan dev deniz dalgalarına tsunami deniyor. Tsunami dalgaları, saatte 950 km’ye varan çok yuksek hızlarda ilerlerler. Bu tur dalgalar, genellikle okyanuslarda görulur ve kıyıya yaklaştıkça hızları duşerken yukseklikleri artar. Sığ sulardaki bir tsunami dalgasının yuksekliği 30 m’den fazla olabilir.Bazen de manto tabakasının derinliklerinde, çekirdekle sınır bölgede, çevrelerinden daha sıcak bölgeler oluşur. Bu “sıcak nokta”lardan kabuğa doğru “sorguç” adı verilen buyuk magma sutunları yukselir ve kabuktan dışarı sızar.Okyanus tabanı, bu sabit sıcak noktalar uzerinde ilerledikçe,magmanın deniz tabanından yukselmesiyle birbiri peşi sıra yuzeye çıkan volkanik adalar ortaya çıkar. PasifikOkyanusu’ndaki Hawaii Adaları, buna guzel bir örnek.Görduğunuz gibi, deprem, yanardağ patlaması, tsunami ve birçok başka doğa olayının bilimsel bir açıklaması var. Her şey, akışkan haldeki magmanın, surekli yer değiştiren ve çeşitli yerlerinden kırılan taşkurenin marifeti diyebiliriz.


Levha Tektoniği

Ay yüzeyine yerleştirilen lazer ölçüm cihazlarıyla yapılan ölçümde 6 yıl içinde Amerika kıtasının Afrikadan 6 cm uzaklaştığı tesbit edildi.Bu meteorolog ve jeofizikçi Alfred Wegener'in ortaya attığı 'kıta kayması' teorisinin ıspatıydı.Harry Hess'deniz tabanı yayılması'görüşünü ileri sürdü.1960 larda jeofizikçi j.Tuzo Wilson öncülüğünde 'levha tektoniği kuramı'ortaya atıldı.1969 da ""Levha Tektoniği Kuramı"" Mc.Kenzie ve Morgan tarafından tamamlandı.Buna göre tüm levhaların hareket hızlarının toplamı sıfırdır.Yani levha üretim hızı ile levha yok oluş hızı biribirine eşittir,böylece yeryüzünün alanı sabit kalmaktadır.

Yerin içindeki çekirdekten yükselen ısı nedeniylemantoda ısınma ve genleşme olur.Hacmi artan manto da üzerindeki yerkabuğunu hareket ettirir.Manto içinde ortaya çıkan radyoaktif bozunma süreçleri de mantoda ısı artışı ve genleşmeye neden olur.Bu iki etki levha tektoniğinin enerjisini oluşturur.Dünyanın iç ısısı olduğu müddetçe dünya ""aktif"" olacaktır.

Yerkabuğu yani litosfer levha-plaka olarak adlandırılan parçalardan oluşur.Parçaların sayısı farklı kaynaklarda değişik sayıda ifade edilmekle birlikte 20 kadar olduğu konusunda fikir birliği var.Çünkü 100 km² den milyonlarca km² büyüklüğe kadar olmaları, biribirinin parçası veya farklı levha konusunda görüş birliğini zorlaştırıyor.Pasifik ve Antartika levhaları en geniş olanlarıdır.Ana levhalar Afrika,Antartika,Avustralya,Avrasya,Kuzey Amerika,Güney Amerika ve Pasifik levhalarıdır.Okyanusların altında okyanusal levhalar yer alır,bunların kalınlığı 15 km den azdır.Okyanusal levhalar sürekli yenilendiği için en yaşlısı 180 milyon yıl yaşındadır,Karasal levhalar daha kalındır.Karasal levhaların yaşı 4 milyar yıldır. Amerika karasal levhalarının kalınlığı orta kesimlerinde 200 km yi bulmaktadır.

İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında denizlerdebilimsel araştırmalar arttı.Deniz tabanlarında rift-yarıklar olduğu görüldü.Gerek deniz tabanı gerekse karasal riftlerde uzaklaşma,yakınlaşma ve yanalşekilde hareketler olmaktadır.

Biribirinden uzaklaşan denizel levhalarda riftden çıkan mağma deniz tabanlarında sırtlar oluşturur.Mağma, aradaki boşluğunkapanıp kaynamasına neden olur.Uzaklaşma devam ettiği sürece tekrar çatlamakta,bu olay milyonlarca yıldır yinelenmektedir.Su ile temas eden mağma tipik 'yastık lav' şeklinde donar.Atlas okyanusu deniz tabanı sırtı İzlanda ve Asor adalarında yeryüzüne çıkar.İzlanda'da 27 km uzunluğundaki riftden mağma yeryüzüne çıkmıştır.Atlas Okyanusu sırtı kuzeyden güneye uzanır.Güney ucunda doğuya dönüp Hint ve Pasifik Okyanuslarına ulaşır.Denizaltı açılma yarıklarının uzunluğu 80 000 km yi bulur.Asor adaları,sırtın su üstüne çikmış başka bir parçasıolup volkanik etkinliklerden kaynaklanan termal sularından sağlık amaçlı yararlanılır.Atlantik Sırtının kuzey ucundaki İzlanda da termal sular yönünden zengindir,karların ortasında sıcak su keyfi yaşanır.Başkent Reykjavik'in anlamı 'tüten körfez'dir.1963 yılında balıkçılar İzlanda açıklarında yanan bir gemi gördüklerini sandılar.Bunun su altında etkinleşen bir volkan olduğu anlaşıldı.10 Günde 200 metre yükselen bir ada ortaya çıktı.Ateş devi surt'dan dolayı Surtsey diye adlandırıldı bu ada.

Karasal uzaklaşan levhalar üzerindeki yarılmalar geleceğin okyanuslarının ilk adımlarıdır.Atlas Okyanusu 200 milyon yıl önce yoktu.Eski ve yeni dünyanın arasında ortaya çıkmıştır.Günümüzde devam eden okyanus oluşum süreci Hatay-Doğu Afrika arasında yaşanmaktadır.Hataydan başlayan yarıkta Asi nehri,Şeria nehri,Taberiye gölü,Lut gölü,Vadi Araba,Akabe körfezi,Kızıldeniz,Afar,Doğu Afrika gölleri çanağıyer alır.20-30 milyon yıl önce Afrika ve Arabistan tek parça idi,Kızıldeniz yoktu.Arabistan levhasının kuzey-kuzeybatı yönüne hareketiyle oluşum başladı.Uzaklaşan karasal levhalar arasında çökme de görülür.Lut gölünün bulunduğu çanakta su yüzeyi -394metre ve göl tabanı -720 metredir.Buzul çağlarında Ölüdeniz vadisi canlı,verimli,tatlı su gölleriyle kaplı yeşil vadi idi.Ölüdeniz fayı bitki örtüsünden yoksun ve üzerinde yerleşim alanları az olduğu için rahatça gözlenebilmektedir.

Afar çukuru da Kızıldenizin güneyindeki Cibuti'dedir.Deniz seviyesinden 120 metre aşağıda bulunan Afar,Kızıldenizden koparak ayrılmıştır,kalın tuz tortularıyla kaplıdır.1978 de volkanik etkinlikte Afrika-Arabistan levhalarının arası bir günde 120 cm açılmıştır.Kızıldeniz tabanındaki riftden çıkan mağma da deniz tabanında donup kalmaktadır.

Biribirine yakınlaşan levhalarda ağır olan denizel levha karasal levhanın altına dalarak mantoya batar.Mantonun dalma-batma bölgesinde hacim ve basınç artar.Yanardağlar bu bölgelerde etkindir.Pasifik Okyunusu çevresinde sıralanan yüzlerce volkan ""ateş çemberi"" olarak adlandırılır.Dalma-batma alanlarında denizaltı çukurları oluşur.Dünyanın derin çukurları,Pasifik levhasının Avrasya levhasının altına daldığı batı Pasifik kıyılarında sıralanmıştır.Dünyanın en derin çukuru olan Mariana-Guam (11034 metre derinlikte), Pasifik levhasının Filipinler levhası altına daldığı alanda oluşmuştur.Biribirine yakınlaşan karasal levhalarda kırlma,yükselme,dağ oluşumları görülür.Hindistan levhası güney Asyaya çarparak Himalayalar ve Tibet platosunu oluşturmuştur.Kuzeye hereket devam ettikçe yörede depremler var olmaktadır.Everest'in 8848 m olarak ifade edilen yüksekliği son ölçümlerde 8850 metre olmuş yani Everest de yükselmeye devam etmektedir.Avrasya ve Afrika levhalarının arasındaki sınır Akdeniz içinden İstanbul boğazına kadar uzanır.Bu sınır boyunca Akdeniz çanağı daralmaktadır.Dalma-batma ve çarpışma alanlarında derin odaklı depremler oluşur.Volkanik etkinlikler de dalma-batma ve rift -yarık alanlarda ortaya çıkar.

Yanal hareketli-transform faylar daha çok depremlere neden olur.Volkanik etkinlik görülmez.Bizim KAF da yanal hareketli faylardandır.Fay boyunca Anadolu Bloku batıya kayarken fayın kuzeyindeki Avrasya levhası doğuyu kaymaktadır.Fayın kuzey ve güneyindeki şehirler biribirinden uzaklaşmaktadır.Yanal hareketli faylardan biri da Kaliforniyadaki San Andreas fayıdır

Güney Afrikanın altındaki sıcak bir alanGüney Afrikayı yukarı doğru itmektedir.Yerkürenin erimiş dış çekirdeğinden gelen ısı ağır ağır yükselerek yerkabuğuna baskı yapıyor.Kabuk parçalanıyor,mağma yeryüzüne çıkıyor.Aynı türden bir sıcak bölge de güneybatı Pasifik altında bulunuyor.Deprem dalgaları soğuk ortamda hızlanır,sıcak ortamda yavaşlar.Bundan yola çıkılarak yapılan manto sismik görüntülemesinde iki sıcak sütun hemen fark ediliyor.İki 'süper sütun' Ekvatorun iki yanında yer alıyor.Afar bölgesinde sıcak alan yeryüzüne kadar ulaşarak yükselmesine ve volkanik etkinliklere neden oluyor.Levha Tektoniği kavramının içine ""süper sütun"" un da katılması gerektiği belirtiliyor çünkü levha hareketlerinde süper sütunların da önemli rolleri olduğu belirtiliyor.

Levha hareketleri Süper Kıta oluşumuna naden olur.300 Milyon yıl önce süper kıta Pangea vardı.Pangea'nın parçalanmasıyla bugünün kıtaları ortaya çıkmıştır.Süper kıta oluşum ve parçalanmasının 500 milyon yıllık periyotlarla tekrarlandığı ileri sürülüyor.Günümüzden geçmişe doğru varlığı kabul edilen süper kıtalar şunlardır: 1-Pangea 2-Pannotia 3-Rodinia 4-Columbia 5-Konorland 6-Ur

Bugünkü Ural,Appalaş ve Kaledonyen kuşakları Pangeada vardı ve daha önceki parçalı dönemde deniz tabanlarıydı,birleşme sırasında sıkışıp arada kaynak oluşturan denizel alanlardır.

Dünya iç ısısını, milyarlarca yıl sonra kaybettiğinde :

1-Yeryüzünün suları yüzeyden derine doğru donacak
2-Atmosfer gazları önce sıvılaşıp sonra donacak.
3-Litosfer kalınlaşıp levhalar biribirine kaynayacak
4-Tektonik hareket,deprem,volkan,kaplıca olmayacak
5-Dış çekirdek katılaşacak elektrik üretmeyecek
6-Dünyanın manyetik alanı ve kalkanı olmayacak
7-Pusula yön göstermeyecek
8-Aktif Dünya artık olmayacak.


YERİN İÇ YAPISI











 
Dünya, kalınlık, yoğunluk ve sıcaklıkları farklı, iç içe geçmiş çeşitli katmanlardan oluşmuştur. Bu katmanların özellikleri hakkında bilgi edinilirken deprem dalgalarından yararlanılır.
                                                              
- Çekirdek

- Manto

- Taşküre (Litosfer)
       

                                                       
Çekirdek

Yoğunluk ve ağırlık bakımından en ağır elementlerin bulunduğu bölümdür. Dünya’nın en iç bölümünü oluşturan çekirdeğin, 5120-2890 km’ler arasındaki kısmına dış çekirdek, 6371-5150 km’ler arasındaki kısmına iç çekirdek denir. İç çekirdekte bulunan demir-nikel karışımı çok yüksek basınç ve sıcaklık etkisiyle kristal haldedir. Dış çekirdekte ise bu karışım ergimiş haldedir.

Manto

Litosfer ile çekirdek arasındaki katmandır. 100-2890 km’ler arasında bulunan mantonun yoğunluğu 3,3-5,5 g/cm3 sıcaklığı 1900-3700 °C arasında değişir. Manto, yer hacminin en büyük bölümünü oluşturur. Yapısında silisyum, magnezyum , nikel ve demir bulunmaktadır. Mantonun üst kesimi yüksek sıcaklık ve basınçtan dolayı plastiki özellik gösterir. Alt kesimleri ise sıvı halde bulunur. Bu nedenle mantoda sürekli olarak alçalıcı-yükselici hareketler görülür.
                 
Mantodaki Alçalıcı-Yükselici Hareketler

Mantonun alt ve üst kısımlarındaki yoğunluk farkı nedeniyle magma adı verilen kızgın akıcı madde yerkabuğuna doğru yükselir. Yoğunluğun arttığı bölümlerde ise magma yerin içine doğru sokulur.

Taşküre (Litosfer)

Mantonun üstünde yer alan ve yeryüzüne kadar uzanan katmandır.

Kalınlığı ortalama 100 km’dir.

Taşküre’nin ortalama 35 km’lik üst bölümüne yerkabuğu denir.

Daha çok silisyum ve alüminyum bileşimindeki taşlardan oluşması nedeniyle sial de denir.

Yerkabuğunun altındaki bölüme ise silisyum ve magnezyumdan oluştuğu için sima denir.

Sial, okyanus tabanlarında incelir yer yer kaybolur.

Örneğin Büyük Okyanus tabanının bazı bölümlerinde sial görülmez.

Yeryüzünden yerin derinliklerine inildikçe 33 m’de bir sıcaklık 1 °C artar. Buna jeoterm basamağı denir.


Yerin İç Yapısı

Yeryuvarlağının oluşumu doğrudan Güneş sisteminin oluşumu ile ilgilidir. Güneş sistemi ve Dünyamızın oluşumu ile ilgili olarak yapılan çalışmalar henüz yenidir ve yaklaşık olarak 300 yıllık bir dönemi kapsamaktadır.

Bilimsel görüşler Güneş sisteminin tek parça olduğu ve daha sonra parçalanarak günümüzdeki şeklini aldığını göstermektedir. Ancak parçalanmanın nasıl olduğu konusunda farklı görüşler ortaya atılmaktadır.

Güneş sisteminin ve evrenin oluşumu ile ilgili olarak ortaya atılan en son görüş Edwin HUBBLE tarafından 1965 yılında ortaya atılmıştır. BigBang adı verilen bu toriye göre evren büyük bir patlama sonucunda meydana gelmiştir.Patlama ile başlangıçta galaksiler ,yıldızlar ve gezegenler birbirlerinden uzaklaşmaya başlamışlardır. Bu teori Stephan HAWKİNG tarafından daha da geliştirilmiştir.





YERKABUĞUNUN YAPISI

1. Yerkabuğu : Yerkabuğunun ortalama kalınlığı karalarda 35-40 km ,denizlerde ise 8-10 km dir. Yerkabuğu yoğunluğu ve kalınlığı farklı iki tabakadan oluşur. Bunlar;

a) Sial: Üzerinde yaşadığımız katmandır.Katmanı oluşturan taşlar tamamen katılaşmıştır. Yoğunluğu 2,7 gr/cm3 dür. Bu değer yer katmanlarındaki en düşük yoğunluktur.Katmanı oluşturan taşlar daha çok volkanizmanın etkisi ile oluşmuştur. Silisyum ve alüminyum bileşikleri fazla olduğu için bu isim verilmiştir. Sial tabakasının kalınlığı karalarda fazla, denizlerde azdır. Granit , kalker ve kumtaşı gibi hafif olan taşlardan oluşur.

b) Sima : Sial katmanının altında yer almaktadır. Bu katman henüz katılaşmamış taşlardan oluşur. Yoğunluğu daha fazla olan bazalt türü taşlardan oluşur. Bu kat içindeki yoğunluk 3,3 gr/cm3 dür. Sima katında kalınlık çok fazla bir değişikliği uğramaz . Ancak Sial katmanının tersine kalınlığı karalarda az , deniz diplerinde fazladır.

2. Manto: Yer kabuğunun altında yer almaktadır ve malzemeler koyu eriyik haldedir. Yer hacminin en büyük bölümüdür (%80).İç kuvvetler enerjisini bu katmandan alır. Volkanizma sırasında yeryüzüne çıkan malzemeler daha çok bu katmandan gelir.Bazaltik haldeki manto hareket halindedir. Örneğin tektonik depemlerin ve volkanizmanın meydana gelmesi mantoda meydana gelen bu hareketlerle ilgilidir.

3. Çekirdek: Yeryuvarlağının en iç kısmında çekirdek bölümü yer almaktadır. Yoğunluğu ve kalınlığı en fazla olan katmandır. 2890 km derinlikten başlayarak 6371 km ‘ye kadar devam etmektedir. İki bölümden oluşmaktadır.

a. Dış Çekirdek : Alt mantodan sonra dış çekirdeğe geçilir.Yerin 2890 km ile 5150 km derinlikleri arasında yer alır.

b. Dış Çekirdek : Yerkürenin merkezinde bulunan katdır. Sıcaklığın 6300 0C ‘ ye kadar yükseldiği tahmin edilmektedir.Yoğunluk 13,6 gr/cm3 ‘e kadar ulaşmaktadır. Yoğunluğun fazla olmasından dolayı burada bulunan malzemeler katı haldedir.

Not : Yeryuvarlağının iç yapısı ile ilgili bilgiler daha çok teorilere dayanmaktadır. Şu ana kadar yerin merkezine doğru açılan en derin kuyu 10 km civarındadır. Yerin merkezi ile ilgili bilgiler şu yöntemlerden yararlanarak elde edilmektedir. Bunlar: Deprem dalgaları, volkanizma sırasında çıkan malzemelerin incelenmesi, taşların incelenmesi, yerkabuğundaki sıcaklık değişimlerinin incelenmesi.

JEOLOJiK DEVİRLER

                                                                 
Dünyanın ilk oluşumundan bugüne kadar meydana gelen önemli olayları içine alan zaman dilimlerine jeolojik zamanlar adı verilir. İlk oluşumdan günümüze kadar oluşan olaylar kısaca şu şekildedir:

İlkel Zaman (Azoik) (Antekambriyen) - 4 Milyar Yıl

Devirleri: Prekambriyen, Arkeen

Başlıca Olaylar:
- Kıtaların çekirdek kısmını oluşturan en eski kıta çekirdekleri oluşmuştur.
- Su yosunu (alg) türünden ilk bitkiler ortaya çıkmıştır.
- Devrin sonuna doğru soğuk bir iklim ve buzullaşma görülür.

1. Zaman (Paleozoik) (Primer) - 370 Milyon Yıl

Devirleri: Perm, Karbon, Devon, Silür, Kambriyum

Başlıca Olaylar:
- Hersinyen ve Kaledoniyen sıradağları oluşmuştur
- Kıtalar genişlemeye başlamıştır
- Zonguldak ve çevresinde taşkömürü yatakları oluşmuştur

2. Zaman (Mezozoik) (Sekonder) - 170 Milyon Yıl

Devirleri: Kratese, Jura, Trias

Başlıca Olaylar:
- İklim bölgeleri kısmen belirgin hale gelmiştir
- Volkanizma çok zayıftır
- Tektonik hareketler yok denecek kadar zayıftır.
- Yerkabuğu kırıklarla parçalanarak ayrı kıtalara bölünmeye başlamıştır
- Dinazor cinsi hayvanların ortaya çıkması

3. Zaman (Neozoik) (Tersiyer) - 80 Milyon Yıl

Devirleri: Pliyosen, Miyosen, Oligosen, Eosen, Paleosen

Başlıca Olaylar:
- Sıcak ve yağışlı iklimler yaygındır. İklimler tekrar belirsizleşmiştir.Çok sayıda deniz ilerlemesi ve gerilemesi volkanik faaliyetler ve depremler görülmüştür.
- Alporojenizi meydana gelmiştir.
- Atlas ve Hint okyanuslarının belirmesi
- Türkiye’de linyit,tuz,petrol ve borasit yatakları oluşmuştur.
- Bugünkü bitki ve hayvan türleri ana çizgileriyle ortaya çıkmıştır.

4. Zaman (Antropozoik) (Kuaterner) - 2 Milyon Yıl

Devirleri: Aluviyum (Holosen), Diluviyum (Pleistosen)

Başlıca Olaylar:
- Kuzey yarımkürenin önemli bir bölümünde buzullaşma görülmüştür. Bu dönemde Günz,Mindel,Riss ve Würm olmak üzere 4 buzul devri yaşanmıştır.
- Denizler şimdiki seviyesine ulaşmıştır.
- Eski medeniyetler ortaya çıkmıştır.
- Kültüğr bitkileri yetiştirilmeye başlandı,hayvanlar evcilleştirildi
- İstanbul ve Çanakkale boğazı oluştu
- Egeid karasının çökmesi sonucunda Ege Denizi oluştu
- İnsanlar ortaya çıktı


TÜRKİYE AKARSULARININ GENEL ÖZELLİKLERİ








 
1. Yatak eğimleri fazladır. Bunun sonucunda;

- Akış hızları fazladır.
- Aşındırıcı etkileri fazladır.
- Enerji potansiyelleri yüksektir.
- Ulaşıma elverişli değillerdir.

2. Rejimleri düzensizdir.

3. Akımları düşüktür. Yağışların az, havzalarının dar olmasından dolayı.

4. Boyları kısadır. Türkiye’nin bir yarım ada olması ve dağların kuzeyde ve güneyde kıyıya paralel olmasıdır.



KARST TOPOGRAFYASI







KARST TOPOGRAFYASI

1. Kireçtaşının Birleşimi ve Kalınlığı:

Karstlaşma, safa yakın kireçtaşları üzerinde artmakta, buna karşılık taşın birleşiminde bulunan yabancı madde arttıkça azalmaktadır. Bu nedenle, yaklaşık olarak 200 km genişliğinde ve 1000 km kadar uzunluğunda Toros Dağları’nın kireçtaşı barındıran kesimlerinde, katkı maddesi az veya saflığı fazla olan kireçtaşları üzerinde mükemmel gelişme göstermiştir. Bunun yanında kumlu kireçtaşı ve marnlar veya killi kireçtaşlarında karstlaşma zayıf kalmıştır. Özellikle, kireçtaşı, marn veya killi kireçtaşlarının ardalanmalı olarak tabakalaşma gösterdiği Orta Toroslar’daki Tersiyer arazilerinde killi tabakaların açığa çıktığı kısımlarda karstlaşma durmuştur. Nitekim Mut Havzası, Ermenek ve Gülnar Platolarında karstik şekillerden özellikle dolin ve polyeler saflığı fazla olan kireçtaşları üzerinde gelişme göstermiş, killi tabakalar üzerinde ise kesintiye uğramıştır. Tabaka kalınlığı ile karstlaşma arasında da sıkı ilişkiler olup, yer altı akarsuları, mağara, dolin ve polyelerin geliştiği alanlar kalınlığı yüzlerce metreyi bulan Mesozoyik ve Altersiyer kireçtaşları dahilinde oluşmuştur.

2. Yapısal Özellikler

Karstlaşma ile kireçtaşı tabakalarının eğimi ve zayıf kuşaklar arasında oldukça sıkı ilişkiler mevcuttur. Nitekim, tabakaların eğimli olduğu alanlarda, karstlaşma tabaka eğimine uygun olarak devam etmekte ve Taşeli Platosunun batı kısmında Taşkent – Ermenek arasında olduğu gibi bu sahada meydana gelen dolinler, disimetrik bir durum göstermektedir. Buna karşılık yatay tabakalaşma gösteren sahalarda oluşan dolin ve polyelerin tabanları düz ve kenarları dik olmaktadır. Burada polye ve dolinin derinliğini kireçtaşı tabakasının kalınlığı tayin etmektedir, yani kireçtaşı tabakası ne kadar kalın ise dolin veya polye de o kadar derin olmaktadır. Öte yandan, kıvrımlı, çok kalın ve sert olan mesozoyik ve paleozoyik kireçtaşları üzerinde dolinler adeta huni biçiminde olmaktadır. Eski akarsu yatakları, fay kuşakları ve senklinal eksenleri boyunca doğrusal uzanış gösteren polyeler oluşturmaktadır. Bunun en tipik örneğini Beyşehir Gölünün güneyinde 12.5 km uzunluk ve 1.2 – 2 km genişliğinde olan Genbos polyesi teşkil etmektedir.

Tektonik kökenli çanaklar, hem karstlaşmanın ilerlemisi ve hem de depresyonun genişlemesi bakımından uygun şartlar hazırlamıştır. Toroslarda görülen Eğirdir – Kovada, Isparta, Atabeyli, Elmalı, Burdur – Tefenni, Çeltikçi, Kestel tektonik depresyonları karstlaşma ile genişlemiş ve günümüzdeki görünümlerini almıştır.

Bunun yanında kireçtaşları dahilinde zayıf ve kırık kuşakların mevcudiyeti, özellikle karstlaşmanın yüzden derinlere doğru kaymasında ve mağara ile yer altı akarsularının gelişmesinde etkili olmaktadır. Akdeniz’e akışı olan yer altı kanallarının bir bölümü zayıf kuşakları takip etmektedir.

3. Karstlaşmada Zaman ve İklimin Etkileri

Torosların özellikle batı kesiminde yaygın olan Mesozoyik kireçtaşları üzerinde zengin karst topoğrafyasının gelişmesi, bu arazilerin Mesozoyik sonundan itibaren karstlaşmaya başlamasıyla ilgilidir. Nitekim, bu araziler üzerinde karstlaşma sonucu büyük çukurlar meydana gelmiş ve Neojen’de bu çukurlar göllerle işgal edilmiştir. Örnek olarak, Yatağan, Muğla, Bucak ve Elmalı havzaları, Mesozoyik ve Alt Tersiyer (Eosen – Oligosen) arasındaki karstlaşmanını sonucu olarak belirmişlerdir.

Öte yandan, glasiyel dönemde Toroslar’ın yüksek kısımlarındaki karstik sahalara yerleşen buzulların erimesi ve bünyelerinde daha fazla karbondioksit ihtiva etmeleri, karstlaşmanın şiddetlenmesine neden olmuştur. Nitekim, Bolkar ve Aladağlardan inen sular bu sahalarda kanyon şeklinde derin vadiler açmışlardır. Bunun yanında interglasiyel dönemlerde Orta kuşağın diğer ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de nemli ve sıcak iklimin hüküm sürmesinin, karstlaşmanın günümüze nazaran daha da şiddetlenmesine neden olduğu rahatlıkla söylenebilir. Antalya traverten taraçaları, Toroslarda günümüze nazaran şiddetli olarak karstlaşmanın devam ettiği dönemlerde Antalya ovasını kaplayan kireçli suların buharlaşarak bünyelerindeki kireci bırakmaları ile teşekkül etmiştir.




4. Tektonik Hareketlerin Etkisi

Torosların Pliyosen sonu ve Kuvaterner başlarında yükselmesinin etkisiyle de karstik sahalardaki yerüstü drenajı yeraltına intikal etmeye başlamış, günümüzdeki yer altı nehirleri, yüzlerce metre derine inen mağaralar, tüneller oluşmuştur. Göksu vadisi, Yerköprü dolaylarında 500 metre kadar yatağını derinleştirerek bugünkü konumuna gelmiştir. Ayrıca karstlaşmanın derine doğru inmesi ile basamaklı polyeler, mağaralarda travertenler ve farklı traverten basamakları oluşmuştur.

KARSTİK ŞEKİLLER

                                                                        
1. Lapyalar: Aşağı yukarı tüm karstki sahalarımızda suların kanalize oldukları yamaçlar boyunca küçük kanalcıklar ve oluklar şeklinde lapyalar görülmektedir. Toroslarda Giden Gelmez Dağı, Bolkar ve Aladağların yamaçları boyunca çatlaklar üzerinde çatlak lapyaları, yamaçlar boyunca dikey olarak uzanan duvar lapyaları, dolin ve polyelerin yamaçlarında oluklu lapyalar bulunmaktadır.

2. Dolinler: Kokurdan, tava, koyak sözcükleri ile ifade edilen ve derinliği birkaç metre, çapları birkaç metre ile 200 m arasında değişen dolinler, Karaman’ın güneyinde İbrala, Mut’un KD’sunda Aksıfat platosunda, Göller yöresinde, Bolkar, Geyik ve Aladağlarda sayısız denecek kadar çok bulunmaktadır. Huni ve silindir şeklinde olan dolinler Akseki’nin doğusunda 1600 – 1800 metre yükseklikteki Çimiköy ve çevresinde yaygındır. Antalya da kale civarındaki anfiteatr şeklinde olan liman da bir doline tekabül etmektedir.

3. Obruklar: Baca ve kuyu biçiminde olan obruklar, İç Anadolu’nun güneyinde ve Toroslar’da yer yer görülmektedir. Konya bölümünde yaygın olan obruklardan Kızılören obruğunun derinliği 180 m, çapı ise 228 m olup obruğun 25 m altında daimi göl bulunmaktadır. Bunun yanında aynı yörede Timraş, Kuruobruk, Çalıdeniz adında obruklar görülmektedir. Silifke’nin doğusunda turistik önemi olan Cennet ve Cehennem obrukları da yer almaktadır. Ayrıca, Akseki’nin doğusunda 1600 – 1800 m yükseklikteki Çimiköy ve çevresinde derinliği 14 ila 243 m arasında değişen 22 adet obruk tespit edilmiştir. Bu obruklardan Ürküten I’in derinliği 243, Dünekdibi’nin ise 192 metredir.

4. Uvala ve Polyeler: Batı ve Orta Toroslarda eski akarsu yatakları ve senklinal eksenleri boyunca gelişmiş birkaç km genişlikte, birkaç 10 km uzunlukta geniş karstik çukurlar (polye ve uvalalar) görülmektedir. İçlerinde geniş tarımsal arazilerin bulunduğu polyeler dahilinde ve kenarlarında kırsal yerleşmeler ve kasabalar ve hatta şehirler yeralmaktadır. Bu konuda bir fikir vermek bakımından bazı polyelerin yükseklikleri ve kapladıkları alanlar verilmiştir: Polye adı Kapladığı Alan (km2) Ortalama Yükseklik (m) olarak:

Çeltikçi 52 850
Kestel 128 780
Zivint 156 900
Bozova 114 850
Bademağacı 34 780
Kızılkaya 36 795

Batı Toroslarda bulunan bu polyelerin yeni karstik ovaların dışında yine Elmalı, Avlan, Kaş çiftliği, Muğla’nın doğusunda KD – GB yönünde 15 km uzunluğunda, 8 km kadar genişlikte Muğla polyesi, Eşen çayının yukarı havzasında Seki polyesi, Orta Toroslarda Mut’un 30 km kadar KD’sunda 1200 – 1500 m’leri arasında Çokak, Gembos, Çukurhisar ile Torosların muhtelifi kesimlerin çok sayıda polye bulunmaktadır.

YER ALTI DRENAJI İLE İLGİLİ ŞEKİLLER

Kuru, kör ve çıkmaz vadiler: Yüzeydeki suların çatlaklar boyunca sızması ve polyelerin muhtelif kesimlerinde biriken suların yeraltına intikal ettiği alanlarda aşınma sonucu yer altı kanalları oluşmuştur. Bunlara ait tipik örnekler, Antalya’nın 5 km kadar kuzeyinde Varsak köyü yakınında Düdenbatağında depresyona giren Düdensuyu, 2 km kadar yeraltında aktıktan sonra Düdenbaşı mevkiinde tekrar yüzeye çıkmaktadır. Kovada gölünün sularını boşaltan ve Aksu ırmağını oluşturan birçok yer altı akarsuları da bulunmaktadır.

Tüneller, köprüler ve mağaralar: Silifke’nin 130 km KD’sunda yüzeye çıkmaktadır. Aynı şekilde Dumanlı yeraltı mecrasının dışında Manavgat çayı da yer altı akarsularından beslenmektedir.

Ülkemizde karstik bölgelerde çok sayıda rastlanan en önemli erime şekillerinden biri de mağaralardır. Burdur, Eğirdir, Beyşehir gölleri ile Akdeniz arasında, Anamur, Silifke ve Mersin kuzeyinde, Feke, Osmaniye, İskenderun ve Antakya yayı üzerinde sayılamayacak kadar çok mağara bulunmaktadır. Bunlardan Alanya Damlataş, Mersin Narlıkuy, Aksek Sadıklar köyü yakınında 207 m derinliğinde Koyungöbeği, Manavgat ve Suğla gölü arasında Manavgat suyu çevresinde Düdensuyu, Alanya Dim mağaraları tespit edilmiştir. Sarkıt ve dikitleri ile güzel bir tabiat abidesi oluşturan Burdur İnsuyu mağarası, 500 m kadar uzunlukta olup birçak yer altı gölü ve havuzlarına sahiptir. Bu mağaranın 2 km kuzeyinde Kızılin mağarası yer almaktadır. Manavgat çayı havzasında dünyanın en uzun yer altı nehirleri olarak tanımlanan Dumanlı I ve II adlı mağara ve yer altı ırmakları mevcuttur.

Taşeli platosunda Aksıfat, Kırbaşı, Topgedik ve Kılobaşı mevkilerinde mağaralar ve yer altı nehirleri gelişmiştir. Burada Karaman’ın 45 km GD’sunda 1356 m uzunluğunda İncesu ile 750 m uzunluktaki Asarini mağaraları ve yer altı mecraları tespit edilmiştir. Gidengelmez dağının kuzeydoğu kenarında Tınaztepe mağaraları altalta üç seviyede gelişme göstermiştir

Güneydoğu Anadolu’da Midyat civarında Hanok, Cin ve Deniz adlı yer altı göl ve akarsuları barındıran mağaralar mevcuttur. Uludağ’da, Karadeniz Ereğlisi civarında, Safranbolu – Cide güneyinde, Reşadiye – Niksar arasında ve Doğu Anadolu’da Elazığ yakınında 80 m derinliğinde Buzluk adı verilen mağara ve Trakya Kırklareli Dupnisa (Suçıktı) mağara sistemi bulunmaktadır. Kırklareli’deki mağaraların uzunluğu 456 ve 293 m’dir ve ayrıca 125x30x75 m boyutunda büyük bir salon da mevcuttur. İstanbul civarında Yarımburgaz mağarası da bu mağaralar arasında sayılabilir.

Göksu nehri üzerindeki “Yerköprü” doğal bir tünel olup 500 m uzunluktadır. Burada traverten depoları altında sızan sular zamanla doğal bir tünel oluşturmuştur.

Göller yöresindeki göllerden düdenler veya suyutanlar vasıtasıyla yutulan sular, Akdeniz sahil kuşağı üzerinde yüzeye akarsular, kaynaklar halinde çıkmaktadır. Mesela, Manavgat çayının besleyen Dumanlı yer altı nehri bunlardan biridir. Eğirdir gölünden yutulan sular, yer altı kanallarını takip ederek Aksu ve Köprüçayı havzalarında diğer karstik erime şekillerinde biri de kazanlar olup, bunlara ait tipik örnekler Gaziantep batısında Araplar vadisi boyunca tespit edilmiştir.


KARSTİK BİRİKME ŞEKİLLERİ
                                                                    
Karstik alanlardan kaynaklanan sular bünyesinde eriyik halde bulunan kalsiyum bikarbonatlı yani kireçli suların buharlaşması ile karbondioksit ve kalsiyum karbonat açığa çıkmakta ve özellikle suların yayıldığı alanlarda travertenler, mağaraların tavanlarında sarkıt, tabanlarında ise dikitler oluşmaktadır.


Karstik birikme şekillerinden olan traverten oluşumu en yaygın ve tipik olarak Antalya ovasında görülmekte olup, burada bulunan travertenler basamaklar halinde 100, 195 – 210, 250 – 300 m seviyede uzanmaktadır. Diğer önemli teraverten oluşumu Denizli Pamukkale’de bulunmaktadır; burada 400 m yükseklikte birbirin izleyen şekiller ve bunun üzerinde havuzcuklar görülmektedir. Buradaki traverten, 36 C civarında sıcaklığı olan ve litrede 2.2 grum erimiş halde kireç taşıyan bir fay kaynağının eseridir. Roma devrinde Hierapolis adı altında bir kaplıca şehri olarak önem taşımıştır. Burada traverteni oluşturan kaynağın debisi 40 m/dakikadır ve günde 30 m3 traverten oluşturacak eriyik halde kireç taşımaktadır.

Denizli civarında Türkmenovası’nda, Bursa’da ve Silifke’nin 130 km KB’sındaki Göksü vadisinde üç seviye halinde görülen traverten depoları ile yurdumuzun muhtelif kesimlerinde de küçük ölçüde traverten (kalker tüfü) oluşumları ve depolarına rastlanılmaktadır.
                                                                  
Öte yandan, daha önceki dönemlerde oluşmuş fosil traverten konilerine, Tuzgölü’nün 30 km kadar batısında Acıtuzgölü’nün KD kenarında rastlanılmaktadır; burada çapları 30 ve yükseklikleri 10 – 15 m’yi bulan 10’dan fazla koni tespit edilmiştir. Bunlar, kaynaklardan fışkıran suların içerisinde bulunan eriyik haldeki kireçin çökelmesi ile oluşmuştur.
                                                                       
Mağaralarda yaygın olan sarkıt ve dikitlere gelince, sarkıt (stalactite) mağaranın tavan kesiminden sızan kireçli suların bitki kökü veya buna benzer bir çıkıntı boyunca akarken buharlaşması ve suyun bünyesindeki kireçin birikmesi ile oluşmakta ve mağara tavanından adeta suçuk şeklinde sarkmaktadır. Dikit (stalagmite) ise mağara tavanından mağaranın tabanına damlayan suların bünyesindeki kireçin birikerek sütun halinde yükselmesi ile oluşmaktadır. Sarkıt ve dikitlere bütün mağaralarımızda sık sık rastlanılmakta olup, suyun bünyesinde bulunan çeşitli yabancı maddelere göre de çeşitli renk alarak son derece etkileyici görünümler sunmaktadır.

JİPS KARSTI

Sivas ile Zara arasında jipsli seri olarak bilinen Oligo-Miyoses arazilerinde jips veya alçıtaşının erimesi ile dolin veya koyak şeklinde çukurllar oluşmuştur.Ancak, jips üzerinde oluşan erime şekilleri kısa sürede tahrip olduklarından karst topoğrafyasında olduğu gibi pek fazla belirgin olmamaktadır. Çankırı-Sivas çevresinde yine jipslerin erimesi ile “por koyağı” denilen dolinler meydana gelmiş, bunların zamanla gelişmesi ile de uvala ve polye boyutlarına ulaşan büyük erime çukurları ortaya çıkmıştır. Bu sahalardan çıkan kaynaklar genellikle acı-tuzlu özelliktedir.


BUZULLAR









BUZULLAR

Kutup bölgeleri ile yüksek dağların üst kısımlarında bütün yıl hiç erimeden kalan karlara toktağan kar (daimi) denir. Enlemin etkisiyle toktağan kar sınırı Ekvatordan Kutuplara doğru azalır.

Bugün dünyanın yaklaşık %10 ‘u (15 milyon km² si) buzullarla kaplıdır. Buzulların etki alanı daha çok kutuplara yakın yerlerdir.
 




BUZUL ÇEŞİTLERİ

Sirk Buzulu :Yüksek dağlık alanlardaki küçük çukurlukları dolduran buzullardır. Yurdumuzda bazı yüksek dağlık bölgelerde vardır.

Ör: Cilo (Buzul Dağı) Sat, Ağrı, Tendürek, Süphan , Kaçkar, Erciyes, Uludağ, Beydağları, Geyik Dağları, Bolkar , Binboğa dağları gibi.

Vadi Buzulu: Buzul aşındırması ile oluşan vadilerin içini dolduran buzullardır. Ör: Cilo dağında olduğu gibi.

Takke Buzulu: Volkan dağlarının üst kısmında oluşan buzullardır. Ör: Ağrı dağında olduğu gibi

Örtü Buzulu: Kutup bölgelerinde görülür. Antartika ve Grönland’da olduğu gibi. Kutup bölgelerinde denizde yüzen buz dağlarına Aysberg denir.

 


BUZUL AŞINDIRMASINDA ETKİLİ FAKTÖRLER

• Buzulun kalınlığına: Kalınlık fazla ise aşındırma oyma şeklinde , az ise törpüleme şeklinde olur.

• Yatak Eğimine: Yatak eğimi fazla ise aşındırma törpüleme şeklinde az ise oyma şeklindedir.

• Kayaların Özelliğine Zemin sert kayalardan oluşmuş ise aşındırma törpüleme şeklinde , yumuşak ise oyma şeklinde olur.


BUZUL AŞINDIRMA ŞEKİLLERİ




BUZUL VADİSİ
                                                           
Buzul aşındırması sonucu oluşan “U” şeklindeki vadilerdir. Akarsu vadilerine göre boyları kısadır ve sürekli iniş göstermezler (inişli –çıkışlıdır)

HÖRGÜÇ KAYA

Farklı aşınma sonucu oluşan ve genellikle deve hörgücüne benzeyen kayalardır.

SİRK (BUZ YALAĞI)

Dağların üst kısmında aşındırma ile oluşan küçük çukurluklardır.

MOREN

Buzulların aşındırarak taşıdığı kum , çakıl gibi maddelere moren denir.

DRUMLİN

Buzul biriktirmesi ile oluşan alçak tepelere(ters kaşık şeklinde) denir.

SANDER DÜZLÜĞÜ

Buzulların eridiği yerde ortaya çıkan akarsuların taşıdığı malzemeleri biriktirmesi ile oluşan düzlüklerdir.

Türkiye’nin bugünkü yer şekillerinin oluşmasında en az etkili olan dış kuvvet buzullardır. Buzulların en etkili olduğu bölgemiz Doğu Anadolu Bölgesi'dir. Sebebi; yükseltisinin fazla olmasıdır.Ayrıca Doğu Karadeniz Bölümünde Kaçkar Dağı, İç Anadolu Bölgesi'nde Erciyes Dağı, Akdeniz Bölgesi'nde Toroslar ve Marmara Bölgesi'nde Uludağ'da etkilidir.


Buzullar

Kutup bölgeleri ile yüksek dağların üst kısımlarında bütün yıl hiç erimeden kalan karlara Toktağan kar (daimi) denir. Enlemin etkisiyle toktağan kar sınırı Ekvatordan Kutuplara doğru azalır.

Bugün dünyanın yaklaşık %10 ‘u (15 milyon km2’si) buzullarla kaplıdır. Buzulların etki alanı daha çok kutuplara yakın yerlerdir.



1) Sirk Buzulu: Yüksek dağlık alanlardaki küçük çukurlukları dolduran buzullardır. Yurdumuzda bazı yüksek dağlık bölgelerde vardır. Ör: Cilo. Sat, Ağrı, Tendürek, Süphan , Kaçkar, Erciyes, Beydağları, Geyik Dağları, Bolkar, Binboğa dağları gibi.

2) Vadi Buzulu: Buzul aşındırması ile oluşan vadilerin içini dolduran buzullardır. Ör: Cilo dağında olduğu gibi.
                                                                     
3) Örtü Buzulu: Kutup bölgelerinde görülür. Antartika ve Grönland’da olduğu gibi. Kutup bölgelerinde denizde yüzen buz dağlarına Aysberg denir.

4) Takke Buzulu: volkan dağlarının üst kısmında oluşan buzullardır. Ör: Ağrı dağında olduğu gibi.

                                                     

                                                       

1) Buzulun kalınlığına: Kalınlık fazla ise aşındırma oyma şeklinde , az ise törpüleme şeklinde olur.

2) Yatak Eğimine: Yatak eğimi fazla ise aşındırma törpüleme şeklinde , az ise oyma şeklindedir.

3) Kayaların Özelliğine: Zemin sert kayalardan oluşmuş ise aşındırma törpüleme şeklinde , yumuşak ise oyma şeklinde olur.

Buzul Aşınım Şekilleri

1) Buzul Vadisi: Buzul aşındırması sonucu oluşan "U" şeklindeki vadilerdir. Akarsu vadilerine göre boyları kısadır ve sürekli iniş göstermezler (inişli –çıkışlıdır)

2) Hörgüç Kaya: Farklı aşınma sonucu oluşan ve deve hörgücüne benzeyen kayalardır.

3) Sirk (buz yalağı) çukurluğu: Dağların üst kısmında aşındırma ile oluşan küçük çukurlukladır.

Buzul Biriktirme Şekilleri

1) Moren setti: Buzulların aşındırarak taşıdığı kum çakıl gibi maddelere moren denir. Bunları eridiği yerde biriktirmesi ile oluşan sette denir.

2) Drumlin: Buzul biriktirmesi ile oluşan alçak tepelere denir.

3) Sander Ovası: Buzulların eridiği yerde ortaya çıkan akarsuların taşıdığı malzemeleri biriktirmesi ile oluşan düzlüklerdir.

*** Türkiye’nin bugünkü yer şekillerinin oluşmasında en az etkili olan dış kuvvet buzullardır.





22 Mart 2010 Pazartesi

KIR YERLEŞMELERİ






KIR YERLEŞMELERİ



Ekonomisi tarım, hayvancılık ve ormancılığa ya da bunlardan herhangi birisine dayanan köy, çiftlik, oba, mezraa, yayla gibi şehir dışındaki yerleşmelere kır yerleşmesi denir
Kır yerleşmeleri; Köy ve Köy altı yerleşmeleri olmak üzere iki gruba ayrılır.

1. Köyler:
Kırsal yerleşmenin son iki şekli bucak ve köylerdir. Bucak idarî bakımdan oluşturulmuş bir birimdir. Kendisine bağlı köyler bulunur. Ekonomik faaliyetlerin cinsi ve insanların yaşam biçimi köylerden farklı değildir.

Bucak; ekonomi, güvenlik ve yerel hizmet açısından aralarında ilişki bulunan kasaba ve köylerden oluşan yönetim bölümüdür. Kırsal yerleşme şekillerinin en yaygın olanı köydür.
Köy; cami, okul, otlak, yaylak, baltalık gibi ortak malları bulunan ve toplu veya dağınık oturan insanların bağ, bahçe ve tarlalarıyla birlikte oluşturdukları yerleşmedir.
Tanımından da anlaşılacağı gibi köyde yerleşik yaşam söz konusudur. İnsan yaşamı aşağı yukarı tümüyle toprağa bağlıdır. Hayvancılık, ormancılık, avcılık, balıkçılık ve el sanatları, tarımın başlıca yardımcı kollarıdır. Nüfus da genelde 2000'nin altındadır. Bir yerleşim biriminin köy kabul edilebilmesi için devletin onayı gereklidir. Sadece nüfus büyüklüğü köy statüsüne geçmek için yeterli değildir. Bunun için köyün tanımında belirtilen şartlar yanında güvenlik, ulaşım, doğal çevre, içme suyu durumu gibi birtakım faktörlerde dikkate alınmaktadır.
Köylerin Kuruluş Yerleri ve Şekilleri:
Köyler benzer yanları bulunmakla birlikte toplu ya da dağınık olmaları, şekilleri, kuruldukları yerin doğal özellikleri, ekonomik faaliyetlerinin cinsleri gibi birçok özellikleriyle farklı tipler meydana getirirler.
Dokularına Göre Köyler:
Toplu Köy:
Toplu köyde evlerin hepsi bir aradadır. Sokaklar dar, evler genelde birbirine bitişiktir. Tarlalar çiftçi evlerinden ayrı ve uzaktadır. Toplu köyün yararları arasında, toplumsal ilişki olanaklarının yüksek yatırımlardan bütünüyle yararlanma olanağı ve güvenlik unsuru sayılabilir. Buna karşılık toplu köy türünün birçok sakıncası vardır: Tarlalara gidip gelme güçlüğü aile bireylerinden uzakta çalışma güçlükleri, salgın hastalıkların kolayca yayılması vb. gibi. Ülkemizde toplu yerleşimin başlıca yayılma alanı İç Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu bölgelerimizdir.




Dağınık Köy:
Dağınık köy olarak kabul edilen yerleşme birimlerinde evler birbirinden belli Aralıklarla (50–100 m hatta bazen daha fazla) birer, ikişer bazen daha fazla sayıda "hane"den meydana gelmek üzere araziye dağılmış durumdadırlar. Bu köy türü büyük alanları kaplar. Engebeli ve dağlık arazilerde görülen bu yerleşme şeklinin en güzel örneklerine Karadeniz Bölgemizde rastlanmaktadır. Dağınık yerleşmenin yararları arasında işyerine gidip gelme güçlüğü, güvenlik sorunlarının ortaya çıkması, tesisat ve şebekelerin kurulma güçlüğü, devlet yatırımlarından bütünüyle yararlanabilmenin sınırlılığı, kamu harcamalarının artması vb.'dir.
Yerleşmenin dağınık ya da toplu olmasını etkileyen faktörler:
Yer şekilleri, iklim gibi doğal çevre şartları yanında tarihî, siyasi ve ekonomik faktörlerin etkileri görülmektedir. Özellikle su kaynakları bu bakımdan önemli bir role sahiptir. Arazinin dağlık, tarım arazilerinin parçalı ve dağınık olması da bunda etkilidir. Suyun belli yerlerde arazinin yapısına rağmen yerleşme toplu, suyun bol ve her yerde bulunduğu yerlerde (örneğin Karadeniz Bölgemiz) dağlıktır. Yine düz arazilerde toplu, vadilerde parçalanmış, eğimli arazilerde ise dağınık yerleşmeler dikkati çekmektedir.
Kuruluş Yerine Göre Köyler:
Köylerin şekilleri özellikle kuruluş yerlerinin özelliklerine göre farklılık gösterir. Bu bakımdan dağ köyü, ova köyü, vadi köyü gibi ayrımlar yapılabilir.
Ekonomik Faaliyetlerine Göre Köyler:
Köylerin sınıflandırılmasında esas alınan bir ölçü de ekonomik faaliyetlerin cinsidir. Bu bakımdan aşağıdaki tipler seçilebilir.
· Orman köyleri
· Tahıl tarım ile uğraşanlar
· Hayvancılıkla uğraşanlar
· Meyve ve sebzecilikle uğraşanla
· El sanatları ve birtakım imalât faaliyetlerinin önem kazandığı köyler.
Yurdumuzda orman köylerine daha çok Karadeniz Bölgesi'nde (özellikle Batı Karadeniz'de) Yıldız dağlarında, Ege ve Akdeniz bölgelerimizin 500–600 metreden yüksek kesimlerindeki orman bölgelerinde rastlanır. Tahıl tarımının önem kazandığı köylerimiz İç Anadolu, Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu bölgelerimizle Trakya'da yaygındır. Meyve, sebze ve sanayi bitkileri tarımının geliştiği köylerimiz daha çok Ege ve Akdeniz bölgelerimizde Güney Marmara'da ve Orta Karadeniz'de (Amasya, Tokat) dikkati çekerler. Hayvancılığın ön plâna çıktığı köyler ise geniş yaylaların bulunduğu dağlık ve yüksek alanlarda, ayrıca iklim şartlarının tarım çalışmalarını güçleştirdiği (örneğin yaz mevsiminin kısa geçtiği) yerlerde görülürler. Özellikle Doğu Anadolu Bölgemiz bu tür köylerin en yaygın olduğu alandır. El sanatları imalât faaliyetlerinin başlıca geçim kaynağı olduğu köylerimiz ise Isparta, Manisa (Kula, Demirci, Gördes) Uşak, Kayseri, (Bünyan), Muğla (Milâs), Tokat (Niksar), Sivas, Siirt illerimizde daha yoğun olmak üzere yurdumuzun hemen hemen her bölgesine yayılmışlardır.
Köylerimizdeki evlerin biçimi ve ev yapımında kullanılan malzemeler de farklılık göstermektedir. Ormanların geniş yer kapladıkları bölgelerimizde ahşap evler yaygındır. İç bölgelerimizdeki evlerin temel yapı malzemesi ise toprak (kerpiç) ya da taştır. Kerpiçten yapılan evlere daha çok İç Anadolu, Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerimizde rastlanır. Taş evler ise Akdeniz Bölgemizde yaygındır.
Köylerimizin kuruluş yerlerinin seçiminde etkili olan faktörler ise her yerde aynı olmamakla birlikte aşağıdaki şekillerde sıralanabilir:
· Doğal ortam (yerşekilleri, iklim, toprak şartları vb)
· Güvenlik
· Ulaşım olanakları

· Su kaynakları
· Tarla ve yaylalara yakınlık
2. Köyaltı Yerleşmeleri:
Köy olmanın gerekli şartlarına sahip olmayan, köyden daha basit yerleşme şekilleridir. Bunların bir kısmı sürekli (çiftlik, divan, mezraa, mahalle) bir kısmı ise geçici (yayla, oba, kom, ağıl) yerleşme şekilleridir.
Mahalle:
Köyaltı yerleşme şekillerinin en gelişmiş olanıdır. Tek ev ve eklentilerin yerleşme grubuna dönüşmesi ve bu grupların çoğalmasıyla oluşurlar. Bazen akrabaların biraraya gelmesiyle de oluşabilecekleri gibi, birbirini hiç tanımayan, ancak sosyo–ekonomik bağları bulunan insanların toplanmasıyla da oluşabilirler. Yayılma alanları ise yerleşmenin toplu ya da dağınık olmasına göre çok geniş veya dar bir alan olabilir.




Oba:
Anadolu'da ve özelilkle Ordu–Giresun yöresinin dağlık kesimlerinde yayla yerleşmelerine verilen addır. Karadeniz Bölgemizde yaygın olan obalar yalnızca yaz mevsiminde kullanılırlar. Etrafa göre yüksekte yer alan (1500–2000 m) obalar alanına "yayla", kışın geçirildiği daha aşağıdaki yerlere ise "cenik" denilmektedir. Geçici bir yerleşme şekli özelliği gösteren obalarda temel geçim kaynağı hayvancılıktır. Karadeniz Bölgesi'nden başka Toroslarda, Batı Anadolu'da, Güney Marmara'da ve Orta Anadolu'da rastlanır.

Divan:
Özellikle Batı Karadeniz Bölgemizde küçük ve dağınık yerleşmelere verilen addır. Orman açmaları ile elde edilen topraklarda gelişen bu basit yerleşme şekli Sinop, Bolu, Adapazarı ve Kocaeli illerimizde yaygındır. Yerleşik bir özellik gösterirler. Çoğunda akrabalık bağı hâkimdir. Tarım, hayvancılık ve ormancılık başlıca geçim kaynaklarıdır



Kom:
Esas geçim kaynağı hayvancılık olmak üzere tarımda yapılan, bir veya birkaç ağıl ile çoban kulübeleri yerleşmenin başlıca fizikî varlıklarıdır. Yurdumuzda daha çok Doğu Anadolu Bölgesi'nde (Tunceli, Erzurum, Kars, Muş ve Ağrı illerimizde) bulunmaktadır.

Mezraa:
Hayvancılık ve tarım faaliyetlerinin bir arada yürütüldüğü basit bir yerleşme şeklidir. Köylerin ortak kullanım sahalarının dışında olan 50'den fazla nüfusu geçindiremeyecek kadar dar topraklara sahip yerlerdir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde yaygındır. Geçici mezraalar yanında; daha fazla nüfus barındıran, hayvancılık ve çiftçiliğin birlikte yapıldığı, sürekli ikamet edilen mezraalar da vardır.Komlarda olduğu gibi mezraalardaki meskenlerde de temel yapı malzemesi genelde taştır.

Yayla:

Mevsiminde bağlı olarak hayvan sürüleriyle çıkılıp, geçici olarak yerleşilen, dağların üst kısımlarındaki düzlüklere yayla denir. Anadolu'nun büyük bir bölümünde hüküm süren yarı kurak iklim şartları köy dışındaki yüksek alanların ot potansiyelinden yararlanmayı gerektirmiştir. Yükseltiye bağlı olarak daha fazla yağış alan yaylalarda, otlar fazlaca boy atmakta, daha uzun süre yeşil kalmaktadır.

 Ayrıca yaylaların serin havası hayvanlara ve özellikle koyunlara iyi gelmekte, süt ürünlerinin bozulmasını da geciktirmektedir. Doğu Anadolu, Akdeniz ve Karadeniz bölgelerimizde oldukça yaygın bir yerleşme şeklidir. Yaylacıların meskenleri çadır ya da taştan yapılmış evlerdir. Su kaynakları bazen bir yamaç kaynağı, çoğu zaman da kar sularıdır. Yurdumuzda turizm ve yazı serin bir yerde geçirmek amaçlarına yönelik yayla yerleşmeleri de bulunmaktadır. Özellikle Orta Toroslar üzerindeki yaylaların çoğu yazın yakıcı sıcaklarından kurtulmak isteyenlerin akınına uğramaktadır. Adana, Mersin, Tarsus gibi.

Çiftlik:

Geniş bir arazi üzerinde tarım veya hayvancılık ya da ikisini birlikte yürütmek amacıyla kurulmuş yerleşme ünitesine çiftlik denir. Ekonomik faaliyetin yıl içindeki süreklilik durumuna göre çiftlik yerleşmesi sürekli ya da geçici olabilir. Ülkemizde çiftlik tipi yerleşmelere daha çok Çukurova, Büyük ve Küçük Menderes ovalarıyla, Trakya'da rastlamaktayız. Ege ve Akdeniz bölgelerimizdeki çiftliklerde pamuk, Trakya'dakilerde ise tahıl ve ayçiçeği tarımı hâkimdir.

Ağıl:

Kırsal kesimde davarların (koyun, keçi) barındırıldığı üst açık çitle çevrili yerlere ağıl denilmektedir. Bunlar genelde köyün dışında bulunur. Bazen taş veya kerpiçten yapılmış binalar da bulunur. Genelde yaz mevsiminde kullanılır.
Yukarıda belirttiğimiz köy altı yerleşim birimlerinden başka bağ evi, dam, değirmen, petrol istasyonu, kaplıca, fabrika gibi yerleşmeler de bulunmaktadır.
Bunlardan bağ evleri genelde tek bir evden oluşan ve yazın kullanılan yerleşmelerdir. Damlar ise bağ evlerinin daha gelişmiş şekilleri olup hayvancılıkla ilgili ünitelere de sahiptir.