2 Mayıs 2011 Pazartesi

KÜLTÜREL YAYILMA YÜZDE YÜZ AMERİKALI






Bizim saf Amerikan yurttaşımız Ortadoğudan çıkmış fakat Amerika!ya gelmeden önce Kuzey Avrupa’da değişime uğratılmış bir yatakta uyanır. Hindistan’da kültüre edilmiş pamuktan yada Ortadoğuda geliştirilmiş ketenden ya da kullanımı Çin’de keşfedilmiş ipekten yapılmış yorganını üstüne atar. Ülkenin doğusundaki Kızılderililerin icadı olan mokasenlerini ayağını geçirir ve yakın zamnlardaki Avrupa ve Amerikan icatlarının bir karışımı halindeki banyosuna gider. Hindistan’da keşfedilen bir giysi olan pjamalarını çıkarır ve eski Gauller tarafından bulunmıuş sabunla yıkanır. Ya Sümerler ya da Mısırlılar tarafından bulunduğu sanılan, mazoşist bir eylem olan, tıraşını olur.
Kahvaltısını yapmaya giderken, eski Lidyalıların bir icadı olan madeni parayla gazete satın almak için duraklar. Restaurantta, bir dizi ödünç alınmış unsurla karşı karşıya kalır. Tabağı Çinde keşfedilen bir tür poselenden yapılmıştır; çelikten yapılan bıçağı ilk kez güney Hindistan’da geliştirilmiş bir bileşimdir; çatalı bir ortaçağ İtalyan keşfi; kaşığıda Roma kökenlidir.
Dostumuz yemeğini bitirdiğinde , Çin’de keşfedilmiş malzeme üzerine eski Samiler tarafından bulunmuş bir karaktere uygun olarak Almanya’da icat edilmiş bir işlemle basılmış gazeteden günün haberlerini okur. Dış sorunları hazmettikçe eğer iyi bir yurttaşsa, Hint-Avrupa ailesinden bir dilde, bir Musevi tanrısına, %100 Amerikalı olduğu için, şükreder.

KÜLTÜR COĞRAFYASI






Kültür coğrafyası ya da kültürel coğrafya, insanların içinde yaşadıkları fiziki çevreden çok, insan kültürlerinin vurgulandığı bir anlam içerir. Kültür coğrafyasının anlamaını anlamak için ilk önce kültür sözcüğünün ne olduğunu anlamak gerekir. Sosyalbilimcilerden bazıları ve hümanistler tarafından çeşitli kültür tanımları yapılmıştır. Toplumbilimcilerin bazıları tarafından ”belirli bir toplumun üyeleri tarafından paylaşılan ve birbirine aktarılan bilgi, tavır ve davranış kalıplarının hepsinin toplamı”, bazıları tarafından da ”çevrenin insan tarafından meydana getirilen kısmı” olarak anılırken, coğrafyacı Harris kültürü ” bir nüfus yada toplumun öğrenilmiş düşünce ve davranış özellikleri olarak tanımlamaktadır.
Kültürün ” bir grup insanın ortak hayat tarzı” şeklinde tanımı en sık rastlanılanıdır. Kültür sözcüğü birçok dilde gerçek anlamında kullanılmaz ve bu yüzden de karmaşıklığa yol açar. Kültürlü bir insandan söz edilirken iyi eğitim görmüş, müzik ve sanatta en yüksek zevklere sahip kişilerden söz edilmektedir.
Kültür dinamiktir; her nesil miras olarak devraldığı kültürü değişime uğratır ve ona yeni öğeler ekler. Kültür coğrafyası böylece kültür grupları ve toplumun mekansal işleyişi bakımından mekansal çeşitliliklerini inceler; dil, din, ekonomi, yönetim ve diğer kültürel olguların bir yerden diğerine değişme ya da aynı kalma yollarının tasvir ve analizi üzerinde durur. Kültürler insan grupları tarafından oluşturulup biçimlendirildiğinden, kültürel coğrafyacılarda zorunlu olarak insanlarla bir bütün halinde ilgilenmek zorundadırlar.
Kültürün coğrafyacılar için olan çekiciliğini antropologlar, tarihçiler ve sosyologlar da paylaşır. Coğrafyacıların kültüre olan bakış açıları zaman zaman başka sosyal bilimcilerinkiyle çakışabilir. Bu durumda bile coğrafyacıları kültürü inceleyen diğer bilim alanlarında çalışanlardan ayıracak bir odak noktası ortaya koymak mümkün. Bu odak noktasıda, kültürel coğrafyacıların, kültürün ve toplumların mekansal farklılıkları ve fonksyonlarıyla olan ilgisidir. Coğrafyacılar gerek fiziki gerekse de beşeri her türlü mekansal kalıbı gözlemlemek üzere eğitim almış durumdadır.

GÖÇ NEDENLERİ






Göç çok boyutlu bir sosyal olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle göçe neden olan faktörlerde bir o kadar karmaşık ve çok boyutludur. Bunlar; ekonomik faktörler, sosyal, psikolojik ve siyasal faktörler ve doğal faktörlerdir.
1- EKONOMİK FAKTÖRLER
Yer yüzünde meydana gelen ilk göçlerin temel nedeni ekonomik koşullardır. Özellikle üretim faktörlerinden birisini oluşturan işçigücü talebi göçlerde belirleyici bir unsurdur. Dünyada ilk kitlesel göç hareketi Amerika’daki tarımsal işgücü gereksinimini karşılamak için 1619-1776 yılları arasında gerçekleşmiştir. Milyonlarca zenci emek gücü buraya getirilmiştir. Sanayi devriminin gerçekleştiği dönemde de Avrupa’da ortaya çıkan açık işgücü büyük göç olgusunu ortaya çıkarmış ve 1846-1932 yılları arasında 52 milyon insan Avrupa’dan yeni dünyalara göç etmiştir. Yine ilinci dünya savaşından sonra yıkılan Avrupa ekonomisini yeniden kurmak üzere başta Almanya olmak üzere pekçok Avrupa ülkesine Kuzey Afrika’dan, İtalya’dan, Yugoslavya’dan, İspanya, Portekiz, Yunanistan ve Türkiye’den binlerce işgüçü akın etmiştir.
Günümüzde ise Dünyada meydana gelen göçler genel çerçevede değerlendirildiğinde, ana göç doğrultusunun ABD, Batı Avrupa ülkeleri, Japonya, Kanada, Avustralya ve bazı petrol üreticisi Arap ülkelerine doğrudur. Hepsi gelişmiş ülkelerdir ve sözkonosu bu ülkelerin hepsinde kişi başına ulusal gelir 10.000$ ın üzerindedir. Buradan çıkarılabilecek temel unsur uluslararası göçlerde temel belirleyici unsurun ekonomi olduğudur. Uluslararası göçlerde aktüel olan Afganistan’da kişi başına düşen milli gelir 220$, Pakistan’da 470$, Bengladeş’te 370$, Moldova’da 370$ civarındadır. Oysa gelişmiş batı ülkelerinde 1999 verilerine göre kişi başına düşen milli gelir İsviçre’de 38350$, ABD’de 30650$, Almaya’da 25350$, İngilte’de 22640$ dır.
Ekonomik açıdan kişisel gelirin yüksekliğine bağlı olarak yüksek yaşam standartlarının batı ülkelerindeki varlığıda göçlerin temel nedenleri arasındadır. 2000 yılı verileri itibarı ile insani gelişim indeksi sıralamasında Dünyada ilk 20 sırada bulunan ülkelerin büyük bir bölümü Batı Avrupa ülkeleri, Kanada, Avustralya, ABD, Japonya ve Yeni Zellanda’dan oluşmaktadır.
Göç veren ülkelerde meydana gelen ekonomik krizler ve  işsizlik yoğun göçlere neden olan bir diğer ekonomik faktördür. 1989 yılına SSCB’nin dağılması  sonucunda ortaya çıkan ekonomik bunalımlar sonucunda gerek Rusya ve gerekse diğer eski SSCB ülkelerinden özellikle Batı Avrupa’ya yönelik olarak büyük oranda göçler yaşanmıştır ve bu günümüzde de devam etmektedir.
Ekonomik koşullara bağlı olarak gelişen açlık sorunu göçlere neden olan diğer başka bir unsurdur. Bütün dünyada, açlık ve fakirlik sınırındaki nüfusun sorunları günümüzde en çok tartışılan sorunlardır. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) verilerine göre, dünya nüfusunun yaklaşık 1.2 milyar insan günde 1$ lık mutlak yoksulluk sınırının altındadır. 200 milyonu 5 yaşın altındaki çocuk olmak üzere 800 milyon kişi açlık çekmektedir.
Göç sorunlu bölgelerden, sorunlarını çözmüş bölgelere doğru gelişen bir olgudur. Göçmenler göç ederek maddi kazançlarını en üst seviyelere çıkarmak istemektedir. Göç alan ülkeler ise bu devinimi kontrol altında tutmak istemekte ve böylece büyük bir sorun ortaya çıkmaktadır. Fakirlik, işsizlik gibi ekonomik sorunlar potansiyel bir göçmen kitlesi yaratmaktadır.
SOSYAL, PSİKOLOJİK VE SİYASAL FAKTÖRLER
Savaşlar uluslararası göçlerde bu güne kadar önemli bir etken olmuştur. I.Dünya Savaşı Avrupa’da, Asya’da ve Afrika’da çok sayıda siyasal sınırın değişmesine  yol açmış ve durum da insanların uluslararası göçüne neden olmuştur. Avrupa’daki Yugoslavya savaşı sonucunda yaklaşık üç milyon insan kitlesel olarak göç etmiştir.
Afrika’da gelişmiş ülkeler tarafından oluşturulan yapay sınırlar, pek çok etnik kimliğe mensup ininsanların bölünmesine yol açmış ve bu durum birbirine düşman toplulukları yaratmiştır. Tüm bunlar binlerce insanın vatanını terk etmelerine neden olmuştur ve bu durumu bazı Asya ülkelerinde de gözlemek mümkündür.
Orta Doğu’da yıllardır süren istikrarsızlık ve savaşlar, İran’daki rejim değişikliği, SSCB’nin ekonomik ve siyasi çöküşü, SSCB’nin Afganista’ı işgali ve bunun sonucunda ortaya çıkan çatışmalar ve Taliban rejiminin uygulamaları insanları göçe iten nedenler olmuştur. Orta Doğu’da 1967 yılında meydana gelen ve Mısır, Suriye ve FKÖ ile İsrail arasında yaşanan savaşın ardından, 1980′de İran ile Irak arasında başlayan ve 8 yıl süren savaş, Irak’ın Kuveyt’i işgali ile 1990 da başlayan Körfez Savaşı çok sayıda insanın uluslararası göçlere katılmasına neden olmuştur.
Uluslararası yapılan anlaşmalar sonucunda da göçler meydana gelebilmektedir. Bu konuda verilebilecek en güzel örnek Türkiye ile Yunanistan arasında yapılan anlaşmadır. Türkiye ile Yunanistan arasında ”Türk ve Rum Ahalisinin Mübadelesine dair Mukavelename ve Protokol” imzalanmış ve bu anlaşma Lozan Barış Anlaşmasıyla yürürlüğe girmiştir.
Uluslararası göçe neden olan faktörler arsında, haberdar olam açısından medyanında önemli bir rolü bulunmaktadır. Göçe karar veren birey itici  unsurların koşullandırdığı güçlü bir göç etme eğilimine sahiptir ve durumda önüne çıkabilecek her türlü fırsatı değerlendirmek isteyecektir. Medyanında uluslararsı hatta yerel ölçekteki göçlerde önemli bir rolü bulunmaktadır.
Eğitim ve kültürel fırsatlar göçlere neden olan önemli sosyal olgulardır. Gelişmiş ülkelerde eğitim olanakları gelişmemiş ülkelere göre daha fazladır. Kültürel ve sanatsal etkinliklerde de aynı durumu gözlemek olasıdır. Bu durum çekici bir unsur olarak göçlerde önemli bir rol oynar.
Mesafe faktörü uluslararası göçlerde hem coğrafi hem de ekonomik bir değerdir. Gidilecek mesafe göçmen sayısı ile doğru orantılıdır.
Nükller denemelerde insanların göçüne neden olan faktörler arasındadır. Kazakistan’daki Semipalatisk bölgesinde, 1949-1989 yılları arasında150 si yer üstünde olmak üzere 500 civarında nükller bomba denemesi yapılmış 160.000 insan diğer bölgelere göç etmek zorunda kalmıştır.
DOĞAL OLAYLAR
Orta Asya’da IV. ve V. yüzyüldaki Hunların ve Moğolların göçünün en önemli nedeni bu bölgede yaşanan kuraklıktır. ABD’de Kaliforniya’da meydana gelen her önemli deprem sonucunda bir göç dalgası yaşanmaktadır. 1988 yılında Ermenistan’ın Erivan kentindeki 7.2 büyüklüğündeki deprem yaklaşık 25.000 kişinin ölümüne yol açmış ve deprem sonucunda 500.000 civarında Ermenistan vatandaşı Rusya ve Ukrayna’ya göç etmiştir. Orta Asya’da Kırgızistan ve Tacikitan’ın bulunduğu alanlarda ciddi depremler, toprak ve çamur kaymaları ve heyelanlaryöre halkını tehtid etmektedir. Kırgızistan hükümetine göre 1994 yılında toprak kaymaları nedeniyle 270.000 insan göç hareketine katılmıştır.
Bazı alanlarda küresel ısınmaya bağlı olarak toprakların çölleşmesi, orman alanlarının daralması, tarım topraklarının marjinal sınırlara ulaşması insanları yer değiştirmeye zorlamaktadır. Özellikle tropikal kuşakta yer alan ülkelerde bunun en çarpıcı örnekleri görülmektedir.
Birleşmiş Milletler raporuna göre Orta Asya’nın önemli bir bölümü, yıllarca devam eden tarımsal yanlış arazi kullanımı, sanayi kirlenmesi ve aşırı otlatma nedeniyle toprakların verimsizleşmesi ve çölleşme gibi sorunlardan ciddi şekilde etkilenmektedir. Özellikle Aral Gölü çevresinde bozulma ciddi boyutlara ulaşmıştır.

BÜYÜMENİN SINIRLARI MODELİ






1968 yılında on ülkenin bilim adamları, eğitimciler, ekonomistler, sanayler ile ulusal ve uluslararası devlet görevlilerinde oluşan otuz kişilik bir grup Roma’da toplandılar. Roma Klubü olarak adlandırılan toplumun amaçları içinde yaşadığımız düny sisteminin değişik ve birbirine bağlı, doğal, ekonomik, toplumsal ve siyasal öğelerine karşı daha derin bir anlayışı sağlamak ve dikkate sunmaktı.
Roma Klubü, Dünyada ekonomik büyümeyi belirleyen ve sınırlayan nüfus, tarımsal üretim, doğal kaynaklar, sanayi üretimi ile çevre bozulma ve kirlenmesi şeklindeki beş temel hususun, aralarındaki etkileşimlerin denetim altına alınmamasıhalinde, insan sistemini Dünya’nın sınırlarına doğru götüreceği, onun taşıma kapasitesini doyma noktasına  ulaştıracağı üzerinde durarak bir rapor hazırlamıştır.
Yukarıda hazırlanan beş temel öğenin hepsi gittikçe artmaktadır, bu artış üstel büyüme şeklinde olacaktır. Araştırıcılar, üstel büyümenin neden sabit bir sınıra ulaşacağını açıklamak için bir Fransız bilmecesini hatırlatmaktadır. Üstünde tek bir nilüferin yetiştiği bir havuzda nilüfer her geçen gün bir katı kadar büyüsün. Bitki kendi haline bırakıldığı taktirde 30 günde havuzun tüm yüzeyini kaplayacaktır. Böylecede havuzdaki tüm diğer canlıların yaşam olanağını ortada kaldıracaktır. Nilüferlerin kapladığı alanın büyüklüğü uzun süre göze az görünür. Bu nedenlede havuzun yarısını kaplayıncaya kadar insan bitkiyi koparmayı düşünmez. Bu büyüme eğilimine göre bitkinin havuzun yüzeyinin yarısını kaplayacağı gün 29. gündür ve havuzu kurtarmak için geriye sadece bir gün kalmıştır. 

ESTER BOSERUP






Malthus gıda arzının nüfus büyklüğü ile sınırlı olduğunu düşünürken, Boserup, bir sanayi öncesi toplumda nüfusta meydana gelebilecek herhangi bir artışın, tarımsal teknolojilerdeki değişimi teşvik edeceğini, böylece daha fazla gıda maddesi üretileceğini ileri sürmektedir. Nüfus artışı böylece tarımsal kalkınmanın meydana gelmesini mümkün kılmaktadır.
Boserup, üretim yoğunluklarına göre sınıflandırılmış farklı arazi kullanış sistemlerini incelemiştir. Boserup’un teai insanların daha y ğun bir sistemin gerektirdiği teknikleri bildiği fikrine dayanmaktadır. Nüfus arttığı zaman insanda bu teknikleri benimsemeye istekli hale gelir. Eğer teknikler hakkında bilgi elde edilemiyorsa, Boserup, tarımsal sistemin belli bir alandaki nüfus büyüklüğünü denetleyeceğini ileri sürmektedir. Almanya ve İngiltere’deki tarla sistemindeki değişimin nedenin nedeninin nüfus arışı olduğu ortaya çıkmıştır.

KARL MARX






Modern sosyalist ve kominist teorinin gelişmesinde büyük rolü olan Alman toplum felsefecisi Karl Marx (1818-1883) nüfus artışı üzerine çarpıcı ve farklı bir bakış açısı getirmişti. Marx, nüfus artışının yoksulluk ve insanın çetiği sıkıntıların başlıca kaynağı olmadığını, tersine nüfusun potansiyel bir üstünlük olduğunu ifade etmiştir. Yoksulluk sorununun kaynağı olarak kapitalist sistemdeki kusurları gösterdi. Emeğin kötüye kullanılması, kaynakların eşitsiz dağılımı kapitalist sistemin sahip olduğu olumsuz özelliklerdi. Marx’a göre kaynakların ve ekonomik üretimden elde edilen kazançların halk arasında eşit olarak paylaştırılması nüfus artışından kaynaklanan sorunların çözümünde önemli olmaktadır. Sosyalist bir toplumda nüfus artışının ekonomik malların üretimini daha da arttıracağı ve böylece toplumun üyelerine daha iyi bir yaşam standardı sağlayacağı sonucuna varıyordu.
Marx’ın fikirlerinin çok iyi uygulandığını söylemek mümkün değildir. Eski olarak anılan sosyalit ülkelerle kapitalist ülkelerin karşılaştırılmasında da görülebileceği gibi, sosyalizmin üstün bir yaşam standardı getirdiği söylenemez.

THOMAS ROBERT MALTHUS






Ekonomik teoriler arasında en tanınanı ve en çok tartışılanı Malthus tarafından 1789’da yazılan teoridir. Nüfusa ilgi duyduktan sonra insanların çevrelerine ve gıda arzına nasıl uyum sağlayacaklarını gözlemlemek için Avrupa’da geniş seyahatler yapan Malthus’ün öne sürdüğü teori iki ilkeye dayanmaktadır.
  1. Herhangi bir kontrol olmazsa nüfus, potansiyel olarak geometrik oranda büyüyecek ve her yirmibeş yılda bir iki misline varacaktır.
  2. En uygun koşullar altında bile, araziden alınan üretim en çok aritmetik oranda artacaktır.
Ortaya çıkan sonuç nüfus artışı kontrol altına alınıncaya kadar ve geri kalanlar gıda arzıyla destekleninceye kadar kitlesel kıtlık olacaktır. Malthus’ün bu görüşleri açıkladığı dönemde Avrupa’da Sanayi Devrimi henüz başlıyordu ve zenginlik az sayıda kişinin elinde toplanmıştı, tarımsal koşullar topluma egemendi, ekonomik iyileşme olanağı çok sınırlıydı, açlık ve yoksulluk çok yaygındı.
Malthus insanların aşırı nüfuslanma sorununu tanımlama becerisine sahip olduğu ve artış oranını gönüllü yavaşlatacağını ileri sürüyordu. Doğum oranlarını düşürmek içinde, Malthus, koruyucu önlemler olarak evliliklerin geciktirilmesini ve evlilik içi doğum kontrolünü öneriyordu.
Çalışmasının daha sonraki kısmında Malthus teorisinin 1. Bölümünü desteklemek için Kuzey Amerika’daki nüfus artışını gözlemişti. Ancak, söz konusu alanda o zamanlar nüfus artışı konusunda çok az kontrol vardı. Göçmen kabulü serbest bırakılınca Malthus nüfusun çok hızlı bir şekilde arttığını hesapladı.
Sanayi Devrimi gelişip yaygınlaşınca, 19.yy boyunca ve 20.yy başlarında Avrupa’da nüfus artış hızında düşme oldu ve Malthus’un fikirleri terk edildi. Daha sonraki nesiller boyunca tarımda sağlanan teknolojik ve endüstriyel gelişmeler sonucunda gıda üretiminde meydana gelen artışları hesaba katmamasından dolayı Malthus’un vardığı sonuçların tartışmalı olduğu ileri sürülmeye başlandı. Bundan başka, nüfus artışının geometrik oranda geliştiği görüşünün de, Avrupa’da, ondan sonraki dönemde doğum oranlarındaki azalmayla ters düştüğü de görülüyordu. Bununla birlikte, dünya nüfus artışında gözlenen II. Dünya savaşı’ndan sonraki gelişmeler Malthus’un fikirlerinin yeniden canlanmasına neden olmuştur.
Onun fikirlerinin temelde bugünü çağrıştırdığını ve ufak tefek değişikliklerle çağdaş dünyaya uygulanabileceğini iddia edenler, şimdiki nüfus artışının devam etmesine izin verilirse, korkunç sonuçların doğacağına inanmaktadırlar. Bu düşünce ekolünede Neo Malthusian- Yeni Malthüsçüler denilmektedir.
Bu bağlamda 58 ulusa akademi yayınladıkları müşterek bildiride şu sonuca varıyorlardı: ‘’Yerkürenin toplumsal, ekonomik ve çevresel sorunlarının çözümünde nihai başarının, istikrarlı bir dünya nüfusuna kavuşmadan elde edilemiyeceğine inanıyoruz. Hedef çocuklarımızın yaşam süreleri boyunca sıfır nüfus artışı olmalıdır’’(Findlay 1996)

COĞRAFYANIN GELİŞMESİ VE BEŞERİ COĞRAFYA






COĞRAFYANIN GELİŞMESİ VE BEŞERİ COĞRAFYA
‘’Rus astronat Sergey Krikalev, uzayda 313 gün kaldıktan sonra,  25 Mart 1992’de Yeryüzüne indiğine aynı gezegene geri döndüğünü sanmıştı. Fiziksel özellikler (Kazakistan ovaları) aynı kalmış; fakat siyasal ve kültürel coğrafi özellikler dramatik bir değişime uğramıştı. Kazakistan artık bir Sovyet Cumhuriyeti değildi; bağımsız bir ülke olmuş, kendi ekonomik ve kültürel yaşamını geliştirmekle meşguldü. Krikalev’in  astronot giysisinin ambleminde yer alan  ülke Kazakistan gitmiş, oturduğu şehir Leningrad tarihi adı olan St Petersburg’u geri almıştı. Krikalev uzaya fırlatıldıktan sonra, Komünist parti S.S.C.B.’ nde gücünü kaybetmiş, onu oluşturan cumhuriyetler bağımsızlıklarını ilan etmiş ve S.S.C.B. çözülmüştür.(Bergman)

YERALTISULARININ TANIMI VE OLUŞUMU






YERALTISULARININ TANIMI VE OLUŞUMU
Yeraltısuları; okyanuslar-denizler, atmosfer ve karalar arasında var olan su dolaşımının bir unsurunu meydana getirirler. Bu su dolaşımında, okyanusları, denizleri, gölleri, akarsuları, bataklıkları, kar örtülerini ve buzulları meydana getiren suların bir kısmı buharlaşarak subuharı şeklinde atmosfere dahil olur. Buna ilave olarak toprak yüzeyinden buharlaşma ile bitkilerin terlemesi (transpirasyon) sonucu oluşan bir miktar subuharıda atmosfere girer. Atmosfere dahil olan bu subuharı, belirli koşullar altında yoğuşarak yağışları meydana getirir. Suların belli bir kısmı, uygun koşullarda yeraltına sızar ve yeraltısularını oluşturur.
Yeraltına sızan suların bir kısmı, yerin nispeten derin kısımlarına sokularak orada bulunan geçirimli kayaçların gözenek, yarık, çatlak gibi boşluklarını tamamen doldurmuş bir şekilde bulunur. Alt kısımlardan geçirimsiz kayaçların teşkil ettiği bir zonla sınırlanan bu su tabakası, dar anlamda yeraltı suyu veya taban suyu olarak adlandırılmaktadır. Yeraltısuyu kütlesini meydana getiren bu suyun üst yüzeyi yeraltısuyu tablası veya kısaca su tablası denir.
Asıl yeraltısuyunun, yani üstten su tablası alttan da geçirimsiz zon ile sınırlanan su kütlesinin yeraldığı zona, buradaki kayaçların bütün boşlukları su ile dolu olduğundan, suya doygun zon ve satürasyon zonu denir.
Yeraltına sızan suların belli bir kısmı ise, su tablası ile yer yüzeyi arasındaki zonda asılı olarak bulunur ve asılı su adını alır. Bu su, yer aldığı zonda mevcut kayaç ve toprak boşluklarını, suya doygun zonda olduğu gibi tamamen doldurmamıştır. Boşluklar kısmen su, kısmende hava ile dolu bulunur. Bu nedenle bu zona havalandırma zonu denir.
Havalandırma zonunda, yer yüzeyinden su tablasına doğru, üç kuşak ayrılabilir. Bunlar; Toprak nemi kuşağı, Ara kuşak ve Kılcal su kuşağıdır.
Toprak nemi kuşağında yeralan suların bir kısmı bitkiler tarafından alınır. Bir kısmı buharlaşma yoluyla atmosfere geri verilir. Bir kısmı ise, altta yer alan ara kuşağa geçerek orada asılı halde bulunur. Bu kuşakta yeralan suyun geri kalan kısmı ise, moleküler çekim kuvveti nedeniyle zemin unsurlarının yüzeyine sıkıca yapışmış olarak bulunur ve bitkiler tarafından dahi alınamaz. Bu suya higroskopşk nem denir. Yağış ve kar erimeleri sonucunda yeraltına su sızmadıkça bu kuşaktaki su hareketi son derece azdır.
Kılcal su kuşağındaki su kapilar gerilim ile yeraltısuyundan sağlanır. Bu kuşaktaki su kapilariteye bağlı olarak yukarıya doğru yükselir.
YERALTISULARININ KAYNAĞI
Yeraltısularının esas kaynağını meteorik sular (vadoz sular) meydana getirir. Karalar yüzeyine düşe bu metorik sular, daha sonra, gerek doğrudan doğruya gerekse yeryüzeyinde var olan akarsu, göl, baraj gibi su kütlelerinin tabanlarından olmak üzere dolaylı bir şekilde, zeminde mevcut boşluklardan yeraltına geçerek yeraltısularını beslerler.
SIZMA (İNFİLTRASYON)
Suyun yeryüzünden yeraltına geçmesine sızma (infiltrasyon) denir. Yağış sırasında ve birim zamanda zemine sızabilecek maksimum yağmur suyu miktarı sızma kapasitesini teşkil eder ve suyun bir saatteki yüksekliği veya hacmi olarak ifade edilir. Havalanma zonundaki bir zeminin içinde, yerçekiminin etkisiyle su tablasına inmeden depolanabilecek maksimum su miktarına ise zemin kapasitesi denir.
Herhangibir sahadaki sızma kapasitesi değeri; o sahaya düşen yağmur miktarından; akış, buharlaşma, terleme, bitki örtüsü, tarafından tutulma, göllenme ve kullanma gibi çeşitli yollarla olan toplam su kaybını çıkarmak suretiyle bulunulabileceği gibi, labaratuarda meydana getirilen ve infiltrometre veya lizimetre adı verilen modeller üzerinde saptanabilir.
Sızma kapasitesi, boşlukların daha çok olması yağış başlangıcında fazladır. Fakat o boşlukların bir kısmının, gerek sızan sular veya yukarıdan taşınan küçük unsurlarla dodurmaları ve gerekse, toprağın bünyesinde yer alan killerin suyla temas sonucu şişmeleri sonucunda tıkanmalarıyla, hızla azalır. Ortalama olarak birkaç saat sonra, sızma kapasitesi, sabit bir değer kazanır.
Zemin kapasitesi ise, esas olarak zemin tekstürüne bağlıdır. Kumlu topraklarda zemin kapasitesinin değeri az, killi topraklarda ise fazladır. Ayrıca kumlu topraklar zemin kapasitelerine çok çabuk erişirler. Çünkü bu tip topraklarda suyun sızması kolaydır ve nispeten az miktarda suya gereksinim vardır.
Yerüstüsularının yeraltına sızması ve sızma kapasitesi üzerinde çeşitli etmenler rol oynar. Sızma herşeyden önce yerçekimi ve kapilarite kuvvetlerinin etkilerine bağlıdır. Özellikle yerçekimi kuvveti önemli rol oynar. Kapilarite kuvveti ise, yüzey sularının sınırlı bir miktarının kılcal boşluklarla belirli bir derinliğe kadar sokulmasını sağlar.
Sızmanın meydana gelebilmesi ve miktarı üzerinde, ayrıca, zemini meydana getiren kayaç ve toprakların gözenek, yarık, çatlak gibi suyun geçmesine olanak sağlayacak nitelikte bir takım boşluklar içermesi ve dolayısıyla geçirimli olması gerekir. Herhangibir kayaçta yer alan tüm bolukların hacminin, kayacın toplam hacmine oranına gözeneklilik (porozite) denir.
Gözeneklilik, farklı kayaç ve topraklarda farklı değerler gösterir. İyi elenmiş yani, unsurları hemen hemen aynı boyutta olan, çimentosuz çakıl, kum ve silt depoları yüksek gözenekliliğe sahiptirler. Depoyu meydana getiren unsurlar iyi elenmişse, iri unsurlar arasındaki boşluklar küçük unsurlarla doldurulmuşsa gözeneklilik azalır.
Kuruma çatlakları, ölü bitki köklerinin yerlerine karşılık gelen boşluklar veya hayvanlar tarafından açılan oluklartoprakların gözenekliliğini arttırır. Toprağın yağmur damlalarının darbe etkisiyle veya hayvanlar tarafından çiğnenerek ezilmesi toprağı sıkıştıracak ve gözeneklilik azalacaktır.
Genel olarak gözeneklilik değeri %5′ten az ise düşük, %5 ile %15 arasında orta, %15′in üzeri yüksek gözenekliliği ifade eder.
Geçirimlilik ise, hem gözenekliliğe hem de boşlukların boyut ve niteliklerine bağlı olarak değişir. Gözeneklilik ne kadar yüksek ve boşluklar ne kadar büyük ve birbirleri ile bağlantılı ise geçirimlilik de o oranda fazladır. Killi topraklarda çok küçük olan boşluklar, suyla temas eden kil zerrelerinin şişmeleri nedeniyle hızla kapanırlar ve sızma üzerinde olumsuz etki yaparlar.
Zeminin geçirimliliği geçirimlilik katsayısı ile ifade edilir. Geçirimlilik katsayısı sızma hızının, hidrolik eğime bölünmesi sonucunda bulunur.
Sızma üzerinde rol oynayan etmenlerden biri yağışların özelliğidir. Yağışların sürekli ve çisenti şeklinde olması sızmayı arttırır. Sağnak yağışlarda ise sızma miktarı azalır. Bu tür yağışlar terüstünde eğim doğrultusunda yüzeysel akışa geçer ve sızma azalır.
Topografya yüzeyinin eğimi dolaylı yoldan sızmayı etkiler. Eğim ne kadar fazla ise yüzeysel akışa geçen su miktarı artar ve bunun sonucunda sızma azalır.
Zeminin yağışlardan önceki nem durumu sızma üzerinde etkilidir. Zemin nem bakımından zengin ise sızma miktarı azalır.
Yeraltındaki suların esas kaynağını meteorik sular oluşturmaktadır. Bu suların bir kısmı deniz ve göllerin diplerinde depolanan tortulların boşluklarında hapsedilmiş halde bulunur. Tortullaşma olayı ile yaşıt olan bu sulara meteorik derin sular denir. Petrol yataklarında yer alan yoğun sular bu türdendir. Yeraltıslarının bir diğer kaynağını, kökenleri yerin iç kısmı olan jüvenil sular oluşturur. Rejenere sular ise tortul kayaçların metamorfizmaya uğramaları sonucunda ortaya çıkan sulardır.
Buharlaşma ve kirlenme gibi sorunların bulunmayışı, çok daha az masraflı doğal depo olması, kıyı bölgelerinde tuzlu su sızmasının önlenmesi ve taşkınların kontrol altına alınması gibi nedenlerle bazı ülkelerde ( ABD, Hollanda, İsveç, İngiltere gibi.. ) yer üstü sularının fazlasının akiferlerde saklanması yoluna gidilmekte ve çeşitli yollarla bu sular yeraltına sevedilmektedir. Böylece yeraltısuları yapay yollarla beslenmektedir. 

Kaynakların Tanımı ve Oluşumu






Kaynakların Tanımı ve Oluşumu
Yeraltısularının, doğal olarak, yer yüzüne çıktıkları alanlara kaynak denir. Yeraltısularının doğal yollardan yeryüzüne çıkmalrı, su tablasının topografya yüzeyi tarafından kesilmesi yoluyla olabileceği gibi artezyen kaynaklarında olduğu şekilde, tutuklu yeraltısularının kendilerine ulaşan kırık veya fay düzlemleri boyunca yükselmeleribir  yolu ilede olabilir.

Kaynak Tipleri

1- Akifer Tiplerine Göre Kaynaklar
a) Serbest Akifer Kaynakları:
Bu kaynaklar suları serbest akiferlerden gelerek yeryüzüne çıkan, diğer  bir ifade ile, suları serbest yeraltısularından oluşmuş kaynaklardır. Serbest akiferler asıl yeraltısuyunu taşıyan akiferlerdir. Bu su, akifer tipi açısından serbest yeraltısuyu ismini alır ve yüzeyini su tablası meydana getirir. Bu su tablasının topografya yüzeyi ile kesişmesi ve dolayısıyla suların yeryüzüne çıkması sonucunda serbest akifer kaynakları oluşur. Bu gibi yerler genellikle dağ, sırt ve tepelerin yamaçlarına denk gelir. Bu kaynaklara yamaç kaynakları da denir.

b) Tünemiş Akifer Kaynakları:
Bunlar, suları tünemiş akiferlerden gelen veya tünemiş yeraltısuyundan oluşan kaynaklardır. Tünemiş yeraltısuyu tablasının topografya yüzeyi tarafından kesilmesi sonucunda tünemiş akifer kaynakları veya tünemiş yeraltısuyu kaynakları oluşur.

c) Artezyen Kaynakları:
Suları tutuklu akiferlerden gelen kaynaklardır. Geçirimsiz tabakalar arasında bulunan bu tip yeraltısuları, basınç altında olduklarından, tektonik olaylar sonucu meydana gelen kırık hatları boyunca yüzeye yönelirler. Suların yeryüzüne çıkacakları noktanın seviyesi tutuklu yeraltısuyu tablasından daha aşağı ise suyun çıkışı fışkırma ile olur. Bu tipkaynaklara artezyen kaynağı denir.

Karstik Kaynaklar
Karstik sahalarda, kalkerlerin çatlak, yarık, düden (ponor, subatan, suyutan), obruk (aven, jama) gibi boşluklarından yeraltına sızan suların, gerek derin kısımlarda yer alan ve kalkerlerin erimesine bağlı olarak meydana gelen nispeten geniş su yollarında, gerekse, herhangi bir geçirimsiz zon üzerinde toplanmaları ve sonra yeryüzüne çıkmalarıyla meydana gelen kaynaklardır. Genellikle yüksek akımlı olan karstik kaynakların bu yolla oluşanlarına eksürjans denir. Karstik sahalardaki yüksek akımlı kaynaklardan bir kısmı ise, yerüstünde akan akarsuların düden, obruk gibi doğal boşluklardan yeryüzüne çıkmaları sonucu meydana gelirler. Bu tür kaynaklara resürjans kaynağı adı verilir. Bu tip bol akımlı kaynağı ifade etmek için voklüz kaynağı terimi kullanılmaktadır.
Karstik kaynakların bir kısmının suları yeryüzüne aralıklı olarak çıkar. Bu tür karstik kaynaklara aralı kaynaklar denilmektedir.

Fay Kaynakları
Yeraltısularının kırılma ve faylanmalara bağlı olarak yeryüzüne çıktıkları kaynaklardır. Artezyen kaynaklarında açıklandığı gibi, tutuklu yeraltısuyu, kendisine ulaşan bir kırık veya fay düzlemi varsa, bu düzlem boyunca yol bularak yüzeye çıkabilir.
Akımlarına (debilerine) Kaynaklar
Kaynaklar akımlarına göre değişiklik gösterirler. Akım miktarı çok az olan cılız kaynaklar olduğu gibi debileri çok yüksek olan kaynaklarada rastlanmaktadır.
Kaynağın Adı                                          Yeraldığı Arazi                                 Ortalama Akım (m/gün)
Malade (Idaho)                                         Volkanik arazi                                 2.761.000
Silver (Filedelfiya)                                       Karstik arazi                                 1.976.000
Kırkgöz (Antalya)                                       Karstik arazi                                  1.296.000
Sheep Bridge (Oregon)                               Volkanik arazi                                791.000

Sıcaklıklarına Göre Kaynakalar
Kaynak sularının bir kısmı soğuk, bir kısmı ise ılık veya sıcaktır. Suları ılık veya sıcak olan kaynaklar sıcak kaynak veya termal kaynak olarak adlandırılır. Sıcak kaynakların büyük bir kısmının kökenini meteorik kaynaklar oluşturur. Bu sular yer yüzeyinden yerin derinliklerine sızmışlar ve orada temas ettikleri sıcak kesimler vasıtası ile ısınmışlar ve daha sonra yüzye çıkmışlardır.
Sıcak kaynakların bir kısmında sıcaklık kaynama noktasının çok altındadır. Buna karşılık gayzer adı verilen kaynakların suları kaynama noktasının çevresindedir. Sıcak su kaynaklarının bir kısmında sıcaklık yıl boyunca sabit değer gösteri.

Suyun Çıkış Tarzına Göre Kaynaklar
Gayzerler suları aralıklı ve kuvvetle fışkırarak çıkan sıcak kaynaklardır. Gayzerlerde, yeraltısuyunun içinde toplandığı doğal kuyu, düşey doğrultuda sıralanmış ve birbirlerine dar kanallarla bağlanmış nispeten geniş bölümlerden meydana gelir. Kuyunun çeşitli derinliklerinde yeralan suyun kaynama noktaları birbirinden farklıdır. Basınç arttıkça suyun kaynamsı için daha yüksek bir sıcaklığa ihtiyaç vardır. Bu nedenle derinde yer alan bölümlerin içindeki sular daha büyük bir basınç altında oldukların suları daha geç yüzeye çıkar. Sonuçya en üst bölümdeki su önce kaynar ve buhar basıncı nedeni ile kuyunun ağzına yükselir.